Aşkın Metafiziği Üzerine Çalakalem

14 yıl önce bu kitabı okuduğumda anlamamıştım nedenini, niçinini sorgulamamıştım. Schopenhauer dersi alıyorduk o zamanlarda, dersten geçecek kadar bilsek yetiyordu.

Sistem zaten buna zorlamıyor muydu?

Geçenlerde taze öğrenci bir arkadaş bana ödev konusunu atmış. “Hocam bir günüm var….” diye cümleye başlamasıyla durumun vahameti ve tanıdık sancısı belliydi 🙂 Ödev olarak bir konu verilmiş ve hocası bu konuyu içselleştirmesini ve bir yazı yazmalarını istemiş. Ne yapacağı hakkında bilgi ya da fikir almak istiyordu. Daha çok içselleştirme hakkında fikir istiyordu….

Bir şey nasıl içselleştirile bilinirdi hele de birine sorarak “nasıl içselleştiririm” diye! Belki içi istemiyordu 🙂

İç neyse de içsel neydi? Sanırım bu içselleşme mevzusunu bilmiyordu.

Durum fenaydı ve buram buram çağımız, akademi kısırlığı ve sistem kokuyordu.

Derin bir iç çekip “Oturup düşünmek istiyorum” bu meseleyi…

Bir şeyler etkiye tepki olarak oluşuyordu elbette, bu eğitim sistemine böyle saça böyle şimşir tarak yakışırdı. Hoca da kurnaz ama bu tayfaya güzel bir ödev vermiş varoluşlarını sorgulatmış resmen.

“Bunu içselleştirip gelin”

Teêêv

Son tahlilde benden fikir almak istemesinin altında “yerime ödevimi yapar mısın” yatıyordu baltayı taşa vurdu. Tabii ki birkaç belgesel, birkaç kitap ve daha çok “merak etme” duygusu ile baş vurursa bu meseleyi çözebileceğini söyledim. “Ama bir günüm kaldı içselleştirmek için az bir zaman değil mi?” dedi. Neyse ki bir günde olmayacağını biliyordu. “Şansını dene” deyip, savuşturmak zorunda kaldım (aslında yapardım da zamanım yoktu. Sevdiğim bir eleman sonuçta) ama muhtemelen hazır bir makaleden “İntihal” yapıp öyle ödevini verdi diye zannediyorum.

12 yıl önce okuduğum kitabı neden anlamadığımı şimdi daha iyi anlıyorum, bize içselleştirmeyi öğretecek bir eğitim sistemi yoktu. Ezberlemek yetiyordu, öyle de oldu. Çoğu arkadaşıma hep şunu söylerim; ben felsefeyi öğrenebildiysem (ki bana göre -dım -dim diye bir şey yoktur, varsa bile bilinemez, bilinse bile aktarılamazdı) okulda değil, yaşayarak öğrenDİM diye. Evet, okul size yol yöntem öğretiyor ama yapmayı değil yapılanı ezberleterek ve ne kadar ezberlediğini sınayarak mezun ediyordu.


Mezun olduk(!)

Anlamak için ne gerekiyor peki?

Yaşamak gerekiyordu sanırım….

Yoksa Schopenhouer’un gecikmiş aparkatları bu kadar sert olmazdı.

Geçenlerde okuduğum Murat Özyaşar’ın bir yazısında İngilizce “stand” (durmak) kelimesi ile “understand” (anlamak) kelimesinin etimolojik olarak aynı kökten geldiğini ve anlamak için durmak gerektiğinden bahsediyordu

Altını çizdiğim bir cümle oldu. (altını çizme meselesi de şöyle kenarda dursun ona da bilahare bir şeyler karalayacağım)

Oturup düşünmek meselesi de buradan geliyordu sanırım, bu etimolojik çözümlemeye durmak için hareket etmek gerektiğini.

Start ile stand kelimelerinin aynı kökten geldiğini ekler. Anlamak için başlamak, hareket etmek, yaşamak gerektiğini ayrıca “Movemend” kelimesinin hem hareket hem de hayat anlamına geldiğini belirtir bu güzel alıntıya naçizane ekleme yapmak ister ve saygı ve selamlarımı iletirim 😉

Velhasılı kelam…

Tabi anlamak içinde ayrıca iyi bir dil kullanımı ve iyi bir çeviri gerekiyor.

İlk okuduğum kitabın çevirisi ile son aldığım kitabın çevirisini karşılaştırdığımda insanlar anlamasınlar diye bir çeviri yapılır mı diye sordum ve gördüm yapılıyormuş.

Tıpkı Schopenhauer in kitabını anlamak ve anlamamak gibi.

Ucuza kaçmayın, iyi yayınlar ve iyi çevirmenlerden okuyun derim
(Bordo siyah yayınlarını direkt çöpe atın)

Oda yayınları
Ayrıntı yayınları
Sosyal yayınları
Zeplin yayınları
Karşılaştırdıklarım ve iyi bulduklarım

“Tavsiye edilir” Realist tokatlara hazır iseniz.