Mayısın serin sabahı, toprak damlı evlerin üstünden geçiyordu. Karşı dağa vuran güneş, iç ısıtmaya yetmiyordu. Köyün yarısı uykudaydı… Böyle zamanlarda sıcacık yataktan kalkmak ne zordur. Hayvanları olan köylüler yataklarını çoktan terk etmek zorunda kalmıştı bile. Gule de onlardan biriydi. Gece heyecandan uyuyamamıştı. Hayatında ilk kez davara gidecekti. Teyzesiyle yarın için hazırlık yapmışlardı. Önce ekmekleri, zeytinleri, çökeleği, çayı, şekeri kaplara koyup çantaya doldurmuş sonra da bir kaç bardak, çatal bıçak ve tabak ve eski bir çaydanlığı yanlarına almak için poşete koymuşlardı.
Hazırlık bitince yatağına geçmiş, uyuyana kadar yarın gideceği davar nöbetini düşünmüştü. Acaba karşılarına kurt çıkar mıydı? Ya kurtlar bütün sürüyü yerse? Sopayla onları kovalayabilir miydi? Böğürtlenler olmuş mudur?
Gule bunları düşüne düşüne uykuya daldı…
Sabah olmuştu, aydınlık olmayan bir sabahtı bu. Yataktan çıkmak zor geldi, üşümekten içi titriyordu.
Teyzesinin anlamlı bakışlarıyla karşılaştı:
“Ne o yoksa davara gelmekten vaz mı geçeceksin?”
Hayır… Vazgeçmeyecekti. Hemen yatağından çıktı, dün geceden hazırladığı elbiselerini giydi. Evin önündeki çeşmede yüzünü yıkadı, su soğuktu ama umurunda değildi. Nasıl olsa birazdan ısınırdı.
Gule hazırdı. Teyzesi bu kadar hızlı olmasına şaşarak yeğenini izliyordu. Bir yandan da ateşin üzerine koyduğu çaydanlığın altına odun atıyordu. Yeğenine de içmesi için bir bardak çay doldurdu sonra sıcak ekmeğin üstüne çökelek sürdü.
“Gel otur, biraz bir şeyler atıştır. Davarda yorgun düşersin.”
Gule, bir kürsü alıp sofraya yanaştı. Çökelek ekmeğinden bir lokma aldı, lokma ağzında büyüdükçe büyüyordu. Bu kadar erken saatte kahvaltı yapmaya alışkın değildi ama kendini zorladı ve yemeye gayret etti. Kahvaltı faslı bittikten sonra sırt çantalarını ve poşeti aldılar, hayvanları ahırdan çıkardılar. Teyzesi hayvanları sürmek için bostandan değneğini aldı. Biçimli güzel bir değnekti bu. Ne zaman davara gitse bunu kullanırdı. Gule için de yeni bir değnek bulmuştu.
“Al bu da senin, sen benim yardımcımsın artık. Şimdi hayvanları aşağı süreceğiz”
Köylüler hayvanlarını köyün aşağısındaki yola getirmeye başlamıştı bile. Gule köyde bu kadar çok hayvan olmasını şaşkınlıkla izliyordu, içinde bir korku belirmeye başladı. Dün gece uyurken düşündüğü şeyler aklına geldi. Ya kurtlar bize saldırırsa… Ama teyzesine bakınca korkusu dağıldı.
Köyün bütün hayvanları yolun üzerinde sürülmeyi bekliyordu. Keçiler sabırsız gibiydi, afacan afacan çevrelerine bakıyor, bazen de birbirileriyle dövüşmeye çalışıyordu.
Teyzesi, hayvanların arkasına geçti. Hayvanların ilerlemesi için belli sesler çıkarıyordu. Gule de aynı sesleri taklit etmeye çalıştı ve teyzesinin yanına geçti.
“Gule yukarı köye gideceğiz, Sin köyüne, gitmiştik ya beraber orada seni çok güzel bir yere götüreceğim.”
Gule çubuğunu acemice tutarak teyzesiyle hayvanları sürmeye başladı. Yürürken türküler söylüyorlardı, teyzesinin sesi çok güzeldi…
“Çhemo çhemo çheme muzirî
Vengê mawzerî yeno, durî ra adirî
Dismen vera çewres çêna azadî
Destê jumînî gureto; xo est ve çemê Muzirî”
Teyzesi sayesinde yeni yeni türküler öğreniyordu. Sonrasında uzun uzun sohbetler ettiler, konuşmaya o kadar dalmışlardı ki Gule Sin’e nasıl vardıklarını bile anlamadı.
Sin köyü yemyeşil bir köydü, suyu çok lezzetliydi. Birkaç hane dışında pek yaşayan yoktu çünkü köy yıllar önce boşaltılmıştı. Issızlığı insana ayrı bir hüzün veriyordu. Eski topraklı evler, tahta pencereler kendini yaşanmışlıkların, anıların kucağına bırakmış günden güne daha da eskimeye devam ediyordu.
Sin yolunun üzerinde çok güzel bir çeşme vardı. Gule ve teyzesi bu çeşmeden doya doya su içtiler, hatta çaydanlığı da doldurdular çünkü teyzesi ateş çayı yapmayı düşünüyordu. Çeşmenin karşısındaki tepede de ziyaret vardı: Kertê Xizirî… Ziyaretin tepesinden bütün köy görünürdü. Gule daha önce o ziyarete çıkmıştı, ellerinde lokmaları ve mumları ile yarım saat boyunca orada durmuşlardı. Ama şimdi yol gözüne epey zor gelmişti, tekrar çıkmaya cesaret edememişti.
Teyzesi ziyarete bakarak parmağını öpüp alnına koydu, Gule de aynısını yaptı ve ilerlemeye devam ettiler. Hafiften yağmur yağmaya başladı ama insanı hiç rahatsız etmiyordu. Yağmurun altında hayvanlarla dolaşmaya başladılar. Yağmur biraz hafifleyince ise ateş yakıp çay demlediler.
Gule doğanın güzelliğini içine doldurmaya çalışıyor bu yüzden derin derin nefes almaya çalışıyordu. Sonra teyzesine dönüp;
“Keşke yağlı gömbe olsaydı da yeseydik” diye iç geçirdi.
Çay hazır olduktan sonra zeytin, çökelek, bostan salatalığı çıkardılar. Hayat belki de bu kadardı. İşte bu güzel an belki yıllarca Gule’nin belleğinden silinmeyecekti, silinmedi de zaten.
O sırada bulundukları yerin üstündeki yolda bir araç durdu ve teyzesini çağırdı. Teyzesini tanıyorlardı, zaten burada herkes birbirini tanırdı. Teyzesine bir poşet verdiler, teyzesi gülerek teşekkür ettikten sonra Gule’nin yanına geldi.
“Al bakalım Gule, poşete bak ne var içinde.”
Heyecanla poşeti açtı içinde birkaç tane bisküvi ve üç dilim yağlı gömbe vardı. Gözlerinin içi gülerek teyzesine baktı şaşırmıştı. Meğer poşeti verenler, lokmalarıyla ziyarete gelmişler. Gule ve teyzesini görünce de onlara da vermek istemişler.
Çayın yanında yağlı gömbe o kadar lezzetli geliyordu ki, sanırım bir tepsi olsa hepsini bitirebilirlerdi…
Uzun uzun sohbet edip yaramaz keçileri sevmeye çalışıyorlardı. Gule anlatacak çok şey buluyordu, ara sıra da teyzesine sorular soruyordu. Teyzesi her bir soruya sabırla ve gülümseyerek cevap veriyordu. Zaman hızlı geçmişti, zaten insan bir anın içinde ne kadar mutluysa zaman da o kadar hızlı geçiyordu.
Hava hafiften kararmaya başlamış, eşyalarını toplamışlardı. Hayvanları yan yana getirmeye çalışarak iki yandan sürmeye başladılar. Gule’nin içinde garip bir huzur ve tatlı bir yorgunluk vardı. Güneşin yavaş yavaş onlarla vedalaşmasını izliyordu. Unutmak istemediği anlardan biriydi… Son kez Kertê Xizirî ziyaretine baktı, parmağını öpüp alnına koydu…
Yavaş yavaş yola koyuldular, teyzesinin güzel sesi kulaklarındaydı. Gule bugünü ömrü boyunca unutmayacağını biliyor ve sadece susuyordu…