Nutagak – Cem Deniz Tato

Cem Deniz Tato

Eve sığmayıp sokağa taşan eşyalar gibiydi o akşam. Beynimde ağırlık yapan düşünceler, üstümde eski püskü giysiler, koridorda mecburen gördüğüm aile fertleri, kendini dışarı atmak için sahibiyle savaşan bedenim ve ben. Her şeyin ve herkesin ortasında hisseden, aciz ben.

Her seferinde niye aldığımı bilmediğim birçok araç gereç ile dolu çantamı sırtıma geçirmeden önce montumu giyiyorum. Müthiş bir özensizlikle seçtiğim ve pantolonumu tamamladığını düşündüğüm ayakkabılarımı da takıp kimseye bir şey demeden, inceden açıyorum dış kapıyı. Annemin küçüklükten beri değişmeyen o son cümlesini tekrar alıyor içine kulaklarım:

“Kimseye karışma!”

Sokağa indiğim anda bir farklılık olduğunu seziyorum. Havada bir yenilik var, tanımadığım bir dökülme. Gök sanki benimle iletişime geçmeye çalışıyor. Yüzüme vuran her nutagak yeni bir cümle gibi düşüyor sakalıma. Birkaç dakika içinde aramızda bir bağ olduğunu hatırlıyorum. Gök benim ilk göz ağrım, çocukluğumda ilgimi çeken ilk gerçeklik. Bundandır ki birbirimizi tanımamız çok uzun sürmüyor.

Her yürüyüşten önce enerji vereceğine inandığım ancak liste devam ettikçe içime büyük bir buhran gibi oturan ve adımlarımı yavaşlatan o şarkıları dinlemek için kulaklığımı takıyorum. Sözüm kendime, dış dünyanın kirli gürültüsünden uzaklaşıp melodilerde anlam arıyorum, ama nerde… Melodilere kalmadan sözler alıp götürüyor o hiç gitmek istemediğim diyarlara ruhumu. Yani ayaklarım evin çevresinde ancak fikirlerim, geçmişimle el ele verip dünya turuna çıkıyor. Rota güzel, eyvallah. Amma sırtım niyetine aklıma yüklenen bu malzemeler yolculuğu dayanılmaz kılıyor. Ben bir de bunları süzgecimden geçirirken Cem Karaca Kavga diyor; “Bütün halk birlik olmazsa kavga haklı olmuyor.”

Süzgeç demişken, bi’ süzgeç lazım bu dünyaya!

Bilmeden girdiğim her sokakta oturacak bir yer arıyorum. Bu düşündüklerimi bir yere yazmam lazım. Ha, bi’de kendimle konuşup tartışırken söylediğim şeyleri, onlar önemli, kıymetli. Ya da, amaaan! Tek başıma konuştuğum saçma sapan şeylerdi.

Onlar bana kalsın.

Zaten tek kalanı kim n’apsın…

Hevesle oturuyorum geçmiş kokan, Nazım’ın da geçtiği bir mekana. Oturuyorum da bütün yol çöp oluyor bir anda. Gönül ile akıl arasında kalan bütün aşklar gibi tıkanıyor kursağıma bütün bildiklerim… İnternete girip sakallarıma değen ve bir farklılık oluşturan o kar tanesini araştırıyorum.

Kanada yerlilerinden olan İnuitler için karın ayrı bil önemi olduğunu öğreniyorum. Her yağan kar şekline göre isimler değişiyor. Nutagak ise o gece bana en yakın olan, yüzüme anlam veren kar tanesinin adıymış meğer. Merhaba diyorum bu yeni kelimeye ve akabinde araştırma şansı bulduğum bu kabileye.

Kederin vücut bulmuş haliyle çıktığım o eve elimde yeni bir bilgiyle dönüyorum. Gelişte çok ağır olan yol ise sokak lambalarıyla değil Nutagaklar ile aydınlanıyor dönüşte. Yine usulca açıyorum kapıyı, aynı hizayla çıkarıyorum üstümdeki fazlalıkları. Yarına umudum olup olmadığını bilmeden, yalnızca daha fazla düşünmeme ümidiyle kapıyorum gözlerimi. Çünkü düşüncelerim ağrıyor.