Suyun Yolculuğu – Öykü – 3

Fadike’ye

Mekanı zaman içinde üreten insandır denir. Peki, insanı üreten nedir?

Her boş zamanında bu soruyla baş başa kalıyordu. Ama bu soruya cevap bulmak istemeyen bir hali var gibiydi. Bu sorunun cevabını aramak için çıktığı düşünce yolculuğunun öğrettiklerinin, sorunun cevabından daha öğretici olacağını biliyor gibiydi. Onu var eden ulaşılmaz çelişkisi işte tam buydu. Buydu onu üreten bilgi.

Hayatının her anında kendini önemsizleştirerek yaşamın önemini keşfediyordu. Bu önemin üzerine basarak daha ilerilere, fark edişlere ulaşacağını da biliyor gibiydi.

Hiç kimsenin olmadığı gibi o da bir anda var olmamıştı. Akarsuyun yolculuğuna benzetirdi o, bu var oluş yolculuğunu. Değişik uğraklarda, değişik şekillerde akarsudan ayrılan bir damla su gibiydi hayat ona göre. Akarsuyun bütününden ayrılıp yolculuğu süresince öğrenip sonra bütüne, yani akarsuya geri dönerdi her damla. Bu bazen sıcağın etkisiyle buhar olarak bulutlara doğru, bazen bir dağ keçisi yavrusunun küçük ağzında dağ doruğuna doğru, bazen bir kartalın aldığı balığın üzerinden damlayan bir damla ve bunlar gibi nicesi.

Bu sefer yolculuk Fadike’nin testisinde geçecekti.

Fadike onun bu devrinin son yolculuğu gibiydi. Öğrenebileceği ne varsa hayatın bilgisi adına, kara gözlerinden çekmeye ve yine onunla paylaşmaya niyetliydi.

Fadike’nin topraklarında “hiç tanımadan ne garip” sözünün geçtiği bir ezgi vardı. Bu tanımama halinin içinden gelen sevgi ile tanıma ihtimali halinden doğması muhtemel sevginin çarpışması…

Fadike testisini akarsuya daldırdı ve dolmasını bekledi. Testi tam ağzına kadar dolmadan sudan çıkardı ve arkasını dönerek adımlarını birbiri ardına atarak geldiği yöne doğru gitmeye başladı. Fadike’nin her adım atışında testinin içine aldığı su bir o yana bir bu yana hücum ederek çalkalanıyordu. Fadike’ye göre bu normal, her zamanki su sesiydi. Bir suyun bir kapta çalkalanmasının çıkardığı sesti işte. Fakat su için sanki öyle değildi. Aslında suyun kendisinden gelen duyduğu ses, Fadike’nin duyduğu sesten çok farklıydı. Bu farklılık çok netti. Evet, suyun her zaman çıkardığı ses ile şimdiki, yani Fadike’nin testisinde çıkardığı ses çok farklıydı. Bu farkı hemen anladı. Nedenini ise anlayamadı. Kendisini akarsuyundan koparıp alan Fadike bir insandı ve bu duyduğu sesi ilk defa bir insandan duyuyordu.

Akarsular dünyada zamanın yokluğundan beri akıp dururlar. Yani akarsular için ilk canlılar diyebiliriz. Ve bu yeryüzünün ilk canlıları diyebileceğimiz akarsuların ilki de günümüzde insanların Munzur adını verdiği ama o ilk zamanlarda bir adının olup olmadığının bile bilinmediği akarsuydu. Zaman hızla ilerledikçe canlıların çeşidi arttı. Çeşitlerinin artmasından daha hızlı bir şekilde ise sayıları arttı. Çevresinde canlıların artmasıyla birlikte suyun duyma kuvveti güçleniyordu. Nedenini bugün dahi bilemediğimiz bir şekilde suyun duyması yansımalardan oluyordu. Bütün canlılar sudan sadece ağızlarını doldurabilecek kadar su alıp giderlerdi. Suyun akarken çıkardığı ses ise bu canlılara çarpıp geri döner ve bu geri dönerken hafızasında biriktirdiklerini suya geri aktarırdı. Canlılar türlü türlü olduğundan dönen seslerin hepsi farklı farklıydı. Mesela hiçbir zaman bir yılandan geri dönen, bir fareden geri dönen, bir ayıdan geri dönen, bir dağ keçisinden geri dönen ses aynı olmamıştı. Ama içlerinde bir canlı vardı, buna insan denirdi diğerlerinin hiçbirine benzemeyen. Geri dönen en farklı sesler onlardan gelenlere aitti.

İşte, testideki suyun Fadike’den geri dönen sese şaşırmasının nedeni buydu. Ondan gelen ses ile bir ayıdan, bir fareden, bir yılandan gelen ses değil ama bir dağ keçisinden geri gelen ses aynıydı. Su, bu sesi çok iyi biliyordu. Ayrıca dağ keçilerinden geri gelen sese diğer canlılardan gelen seslere nazaran daha aşina olmasının nedenini de merak etmiştir hep. Fadike’den gelen bu ses ağızlarını akarsuya sokan dağ keçilerinin suyu sıyırıp geçen ağızlarını geri çekişlerinin çıkardığı sesle birebir aynıydı.

Hafızasının en derinlerinde yer edinen seslerin hepsini dağ keçileri suya geri yansıtmıştı. Peki, bu en sevdiği seslerin benzerlerini kendisine bir insan olan Fadike nasıl yansıtabiliyordu. Zamanın yokluğundan beri hiçbir insandan duymadığı sesi Fadike’den nasıl duyabiliyordu. Yoksa Fadike dağ keçisi soyundan mı geliyordu? Bu bile geçiyordu aklından suyun.

Subaşına ilk defa gelen bu olayın sırrına ermeye çalışırken Fadike evine çok yaklaşmıştı. Evi, evinin yanındaki ahır ve evinin arkasında yüksek dağlar çok güzel görünüyordu. Fadike biraz hızlanmaya başladı. Çünkü testisi her adımda sanki daha da ağırlaşıyordu. Bir an önce evine varıp bu ağırlıktan kurtulmak istediği için neredeyse koşmaya başlamıştı. Fadike koşar adım atmaya başlayınca testinin içindeki su daha bir hışımla çalkalanmaya, daha hışımla çalkalanınca daha gür ses çıkarmaya, daha gür ses çıkarınca Fadike’den daha çok ses yansımaya başladı. Duydukları karşısında suyun ağzı, dudakları olsa gülümsediğini herkes görecekti. Bu çalkalanışta su testiden taşıp taşıp geri testinin içine giriyordu. Ve bu her girip çıkışlarda su başka şeylerle karşılaşıyordu. Bir çıktı evi gördü, bir çıktı ahırı gördü, bir daha çıktı dağ dorukları güneşi de almasıyla sanki kendisi gibi, su gibi parlıyordu, onu gördü. En son çıktığında ise dağ doruklarında otlayan dağ keçilerini ve dağ keçilerinin hemen yanında sanki yeni kalkıp gitmiş bir insanın bıraktığına benzeyen bir boşluk gördü. İşte o anda sanki sorusuna cevap almış, hem de aldığı cevap istediği cevapmış gibi testiden taşmaya ve testiye geri dönmeye devam etti.

Fadike testiyi kapının önüne bıraktı ve evden içeriye girdi. Çok geçmeden elinde bir bardakla geri döndü ve testiden doldurdu. Oturacak bir yer buldu ve neredeyse yudum yudum içti suyu. Su ise Fadike’nin her yudumunda daha çok severek, daha çok seveceğine söz vererek izledi Fadike’yi. Aynı, bir önceki devrinde dağ doruğundan izlediği gibi…

Fadike son yudumu içtiğinde gözlerini dağ doruğuna çevirdi ve o yerin yine boş olduğunu gördü. Bir an gülümsedi ve oturduğu yerden kalkıp bardağı testinin yanına bırakıp eve girdi.