
Onur KÖSE
İnsanlık uzun zamanlardan beri yaralanmaları, hastalıkları ve daha da ilerisi ölümü bile tedavi etmek için bir takım pratikler uyguladı. Kadim zamanlarda şifacılık, toplum içerisinde dini anlamı da olan büyüsel ritüellerle beraber yol almıştır. Şunu söyleyebiliriz ki bu toplumlarda şifacılık ve şifa pratikleri, asla yalnız “şifacılık” mahiyetinde kalmamıştır. Temelleri, avcı- toplayıcı zamanlarda atılan, insan-doğa ilişkisinin, toplumsal ilişkilerin ve bellek örüntülerinin içinde büyü önemliydi. Yaşamı ve yeryüzünü, bazı soyut güçlerle tasavvur etme içerisine giren insanlar, bu yolla yaşamın öyküsünü de yazmaya başlamıştı. Büyüler, doğadaki varlıklara inanmak (kaya, dağ, akarsu, ağaç, ateş, hayvanlar vb.), inançsal ritüeller, ruhani varlık inancı ve pek çok eylem ve inanış, yaşamın öyküsü içinde, kişilerin anlam arayışı ve bazı sorulara yanıt bulma çabasından doğmuştur. Bu anlamda zamanımıza kadar yansımalarını sürdürecek fazlaca eylemin ve inanışın kökleri insanlığın derin zamanlarına kadar uzanmaktadır.
İnsanlar, büyüsel pratiklerle şifa arayanlar için de uğraşmaktaydı. Bu rolü üstlenenler dünyanın her köşesinde görülen, toplumun dini rehberi ve şifacısı olan şamanları ortaya çıkardı. Eski toplumların çoğu hastalıkları birer kara büyü ya da kötü ruhların musallat olması şeklinde görüyorlardı. Dolayısıyla böylesi bir durumla uğraşan şamanlar oldukça güçlü bir durumdaydı. Kimi araştırmacıların argümanlarına göre şamanlık ilk olarak kadınlara özgü bir kurumdu. Dünyanın genelinde örneklerinin gözlendiği şaman giysilerinin, kadın giysileri olması (kadın vücudunun sembollerini taşıması) bu savı desteklemek için kullanılır. Avcı-toplayıcı zamanlarda özellikle ateşin dini ayinlerde ve bazı ritüellerde kullanılması söz konusuydu; ateşin kontrolü ise bu toplumlarda kadındaydı. Bu durumda kadının inançsal kuvvetini açıklamak için kullanılır. Yakın yüzyıllara kadar, erkek şamanlar güçlerini arttırmak için kadın gibi giyinmekteydiler. Bunun yanında, sonradan oturtulmuş cinsiyet kalıplarından da öteye geçerek, bazı cerrahi müdahalelerle kadın olan erkek şamanlar söz konusu olmuştur. Benzer şekilde sayıları az olmakla beraber aynı durum kadın şamanlar için de söz konusu olmuştur. Esasen bu halkların toplumsal cinsiyet normları ve cinsiyetlerle alakalı algıları çok sert sınırlara sahip bir durumda değildi. Klişeleşmiş ve sonradan oturtulmuş pek çok kalıp, bu toplumların geçmişten beri kültürlerinde yer edinememişti.
Temel meselemize dönecek olursak, avcı-toplayıcı devirlerde, dini kuvveti üzerinde taşıyan kadın, toplayıcılık faaliyeti ve bitkiler hakkında sahip olduğu bilgi nedeniyle, şifacılığı tam anlamıyla icra etmekteydi. Merhem, ilaç ve büyü uygulamaları için bazı hayvansal ve bitkisel
ürünler gereklidir. Kötü durumların kaynağını doğada arayan insanlar, yine doğanın sağladıklarıyla ve bazı pratiklerle beraber şifayı da doğada aramıştır. İnsanlar deneme-yanılma uygulamasıyla birçok bitkiyi şifa için kullanmayı öğrendi. Bu adımlar aslında tıbbın da
emeklemeleriydi. Bu adımların atılmasında, eski toplumların yapısı dolayısıyla kadının rolü güçlüydü.
Mezopotamya’da, şifacıların tapınaklarda yetiştirildikleri görülür. Bu şifacılar, büyü, kehanet ve fal yöntemleriyle hastalıklarla uğraşmışlardır. Madeni, bitkisel ve hayvani ürünler kullanarak yine bazı uygulamalar yapmaktaydılar. Artık şehirleşmiş, devlet kurumunu zuhur ettirmiş ve sınıfsal ayrımları perçinlemiş Eski Mezopotamya toplumunda, son demlerini yaşayan kadınların şifacılık rolü, bazı şifacı kadınların diğerlerinden daha ayrıcalıklı konumda olmalarını sağlıyordu. Aynı durum Eski Anadolu medeniyetlerinde de söz konusuydu. Bu
tolumlarda da kadınların şifacılıkla olan bağı güçlüydü. Kraliçelerin şifacıların önderi olduğu ve bazı toplumlarda bunu da aşarak şifa tanrıçası olduğu görülür. Aynı dönemlerde Hinsistan’da ise tıbbın kurumsallaşması görülür, MÖ. 2000’li senelere gelindiğinde, Hindistan’da hastanelerin olduğu bilinmektedir. Hindistan’da kadınlara ait hastanelerin, bakım evi ve doğumhanelerin olduğu da tarihi kayıtlarda geçmektedir.
Yunanistan, Ege Adaları ve Batı Anadolu’da da aynı mahiyette kurumsallaşmış tıptan söz edilebilir. Buralardaki şifacılık görevinde ilk başlarda kadınlar söz sahibiydi. Tıp ve sağlık tanrıçalarının güçlü bir konumu söz konusuydu. Hipokrat’tan sora tıbbın sekülerleştirilmesi ile, dinden ve büyülerden bağımsız, deneysel ve bilimsel teknikler ve tedavi uygulamaları uygulanmaya başlandı. Bu aşamadan sonra kadının şifacılık rolünün azaldığı görülür. MÖ. 3. Asırda Atina’da kadınların hekim olabilmesi yasaktı. Yasakların söz konusu olduğu yerde elbette başkaldıranlar da vardı. Bu anlamda, Agnodice isimli yürekli kadının ismini anmak ve eylemlerini saygıyla selamlamak gerekir. Tarihte bilinen ilk kitlesel feminist eylemin vuku bulmasında onun rolü vardır. Kadınların hekim olmasının yasak olduğu zamanlarda, kendisini gizleyerek insanları tedavi etmiş, özellikle de kadın hastalıkları üzerinde başarıya ulaşmış, çok geçmeden ünü tüm kente yayılmıştır. İsminin duyulması, yanında dedikoduları da getirmiştir; kadınları daha çok tedavi etmesi bazı suçlamalara maruz kalmıştır. Zaman geçmeden Agnodice için mahkeme kurulmuş, mahkemede kadın olduğunu açıklamak zorunda kalmıştır. Yargılama sırasında meydanlara dökülen binlerce kadın, Agnodice’nin ceza almadan kurtulmasını sağlamıştır. Bu olaydan sonra ise kadınların hekimlik yapmasını yasaklayan kanınlar eleştirilmiş ve kaldırılmasına dair gelişmelerin önü açılmıştır.
Avrupa’da feodalitenin ve kilisenin gücünün zirvede olduğu Orta Çağ’da, erkek egemen toplum da safları daha çok sıkılaştırmıştı. Tarihin seyri içerisinde, tarım toplumuna geçiş, özel mülkiyetin oluşması, savaşlar, kültürel ve dini değişimler, kadının statüsünü değiştirmişti. Bu
durumun olumsuz örnekleri, Orta Çağ Avrupa’sının üzerinde oldukça yaygın görülmekteydi. “Erkek” siyaset ve din kurumu, özel mülkiyetin, sosyal, siyasi ve dini yaşamın kontrolünün erkekte olması için elinden geleni yapmaktaydı. Eski dönemlerde kadının, saygı görmesini ve bunun da ötesinde kutsanmasına neden olan şifacılık ve büyü bilgisi, asırlar sonra ise işkencelerle öldürülmelerine deden olacaktı. Sapkınlıkla ve şeytanın hizmetkarı olmakla suçlanacaklardı. “Cadı avları” olarak bilinen bu gerçek sapkınlık ve katliamlarla, “erkek” kurumlar (feodal beyler, monarşi, dini kurumlar) çıkarları için rahatça hareket edebilme çabasında olacaklardı. Bu doğrultuda onlar için zaman zaman kadının şeytanlaştırılması gerekmekteydi. Şifacılık yapan kadınların eylemleri yasaklandı, bu yöndeki eylemler “cadılık” suçlamalarıyla muhatap oldu. Kadınların şifacılık ile uğraşmaları ya da egemen dini geleneğin haricinde davranmaları, yani “yerlerini bilmemeleri” iktidar sahiplerince tehdit olarak görüldü. Kadınların önüne çıkarılan engeller, kadınların toplumdaki yeriyle beraber kadim şifa bilgisinin de yavaş yavaş yok olmasına yol açacaktı. Kadim çağlardan beri vakıf oldukları dürtülerin, sırların ve bilgilerin altına ateş verilen kadınlar, iktidar sahiplerinin uygulamalarına pek çok kere başkaldırmışlardır. Fakat asılsız suçlamalar ve katliamlarla milyonlarca kadın katledildi.
Tarihin seyri içinde, bilimsel araştırmalar, keşifler, felsefi çalışmalar ve kadın direnişi, kadınların ateşle silinmek istenen varlığını yeniden diriltecektir. Diğer taraftan ise kapitalizmin doğuşu, sömürünün şiddetlenmesi ve adaletsizliğin büyümesi ile bir taraftan da “egemenlerin” eli güçlenecekti. Kadınların bilim yapması, bilimsel araştırmalara katılması ve modern tıbbın içinde yer edinmesi son yüzyıla kadar oldukça sancılı geçmiştir. Çağımızda insanlığın sahip olduğu teknoloji, bilgi ve birikime bakıldığında bile, bütün bunlarda “ilerleme” olmasına karşın, dünyanın farklı coğrafyalarında kadınlarla ilgili pek çok uygulama ortaçağ karanlığını mumla aratacak seviyededir.