Dersim’in Simyası

Eski çağlardan bu yana insanlık iki büyük arzu peşinde koşmuştur; ölümsüzlük ve zenginlik. Söz konusu arzulara kavuşma çabası simyadan geçer. Zenginlik adına, bakır ve demir benzeri madenleri bir takım işlemlerle, gümüş ve altın gibi kıymetli metalara dönüştürmeye çabalamışlardır. Bu çabalar aynı zamanda ilk metalürji işlemlerinin de temelleri olmuştur diyebiliriz. Sonsuz yaşam içinse her zaman özel bir iksir aranmıştır. Ölümsüzlük iksirini bulma çabası aynı zamanda kimya biliminin de temellerine katkı sunmuştur. Simyanın temelde amacı zenginlik ve ölümsüzlükten ziyade, dünyanın ve evrenin işleyişini anlama ve bu işleyişe müdahale edebilme arzusudur. Simya bu amaçla icra edilen bir takım uygulamaları kapsar.

Simya ilk olarak Ortadoğu’da ortaya çıkmıştır. Babil, Asur, Yunan ve Mısır kültürlerinin izlerini taşıyan Akdeniz kenti İskenderiye’de simyanın tarihi kayıtlarına rastlanmıştır. Bu zaman takribi Hristiyanlığın ilk senelerine rastlar. Pek çok araştırmacının üzerine eğildiği ve geliştirdiği simya, pek çok bilimsel çalışmanın öncüsü olmuş, öte yandan da zenginlik ve ölümsüzlük için çabalayanların, şifacıların ve büyücülerin çözüm arayışı olmuştur.

Erken dönem İslam alimlerinin de simyanın gelişmesinde katkısı büyüktür. Batını ve sofi çevreler özellikle simyayla çok ilgilenmişlerdir. Örneğin dönemin bilginlerinden Cabir, simyayı ölümsüzlük sunan ve bunun yanında değersiz metalleri altına dönüştüren iksiri bulmak adına kullanmış, ayrıca bilimsel bir takım çalışmalarda da yine simyaya başvurmuştur. Yine dönemin alimlerinden Razi’de Cabir’le berber simya alanında öne çıkmış bilim insanlarındandır. Benzer şekilde İbn-i Sina’nın da simya çalışmaları bulunmaktadır.

Simyanın Avrupa coğrafyasına XII. asır itibariyle etki ettiğine rastlanmaktadır. Arapça yazmaların Latinceye çevrilmesiyle, Avrupalılar bir takım çalışmalardan etkilenmeye başlamışlardır. Bu dönemde simyayı geçmiş kaynaklardan öğrenen pek çok kişi Avrupa’da simyanın öncüleri olacaklardır. Beauvais Vincent, Roger Bacon ve Albertus Magnus bunların başında gelir.

Simya, bir bilim mi yoksa bir sanat mı olduğu hususunda tartışmalara konu olmuştur. Her ikisi olarak da kabul edenler olmuştur. Bunlarla beraber büyü pratikleriyle özdeşleştirilip yasaklamalara da tabi tutulmuştur. Kimi dini ve bilimsel çevreler bu görüşün arkasında güçlü bir şekilde durmuştur. Örneğin İbn Haldun simyayı büyü pratiği olarak görürdü. Simyayı, Mısır ve Babil büyü kaynaklarının İslam içerisine girmesi olarak tanımlayarak, Cabir’in bunu sağlamaktaki rolüne atıf yapardı. Avrupa’da ise Papalıkça pek çok sefer yasaklanmıştır. Bunların yanı sıra, hükümdarların, feodal beylerin ve iktidarı elinde tutanların kimi sorunlarına çare için simyaya başvurdukları da bilinmektedir. Zenginliği elinde bulunduran insanların, servetlerinin sefasını yaşayacak sonsuz yaşama ulaşma arzusu ve bunların yanında yoksulların değersiz metalardan zenginlik yaratma arzusu simyayı kırbaçlayan güç olmuştur.

Tarihsel süreç içerisinde çoğu kültürde, zenginlik ve ölümsüzlük ardında koşan kahramanları konu alan anlatılar vardır. Çokça efsane, masal, mitolojik anlatı vb. zenginlik ve sonsuz yaşam yollarını konu edinir. Ab-ı Hayat suyu ve Lokman Hekim anlatıları bunun Anadolu’da günümüze kadar gelen belirgin örneğidir.

IX. asrın sonlarında Dersim’i gezen Antranik, seyahatnamesinde Dersim’deki simyacılıktan söz eder. Seyyah, “kimyaotu” isimli bakırı altına çeviren bir bitkiden söz eder. En yetenekli kuyumcunun dahi bu ot yardımıyla yapılan altını gerçeğinden ayırt edemeyeceğini ifade eder. Ayrıca, bu bitkinin yalnız Dersim yöresine özgü olduğundan ve başka yörelerde nadiren görüldüğünden bahseder.

Gezgin Antranik’in söz ettiği çok kıymetli başka bir bilgi daha vardır. Seyyah, el yazması bir kitap gördüğünden bahseder. İfadesine göre, “Hekimaran” yani “hekim reçete/şifa kitabı” başlığı taşıyan bu yazma eserde, altının nasıl elde edileceğinden söz edilmektedir. Antranik, bu kitabı gözleriyle görüp okuduğunu aktarır. Seyahatnamesinde gördüğü kitapta yer alan altını elde etme tarifini de şu şekilde aktarır; “70 dirhem kimyaotu, 20 dirhem misk ve 10 dirhem halis altın ile 300 dirhem bakırı karıştırırsan 400 dirhem (1 okka) halis altın elde edersin”. Dersim halk anlatılarında altın elde etmeyle ilgili öykülere rastlanır fakat, bir el yazması kitapta bu işlemin tarifinin açıkça verilmesi, Dersim yöresinde simyacılığın mevcut olduğuna ilişkin önemli bir bilgidir.

Dersim yöresi insanlarına tarımsal ve ticari anlamda rahat bir hayat sağlamamıştır. Bu açıdan ufak boyutlu tarım faaliyetleri ve hayvancılık, insanların istedikleri zenginlikten uzak bir hayat sunmuştur yöre halkına. Simyayla değersiz metalleri altına dönüştürmek ve zenginleşmek mümkün olabilirdi. Ancak doğal olarak simya bilgisi Dersim’de her kişinin rahatlıkla ulaşabileceği bilgi de değildi. Şifacılar, hekimler ve kimi büyüsel pratiklerle uğraşanlar daha ziyade simyayla ilgilenir olmuşlardı.

Dersimlilerin inançsal ve kültürel dünyalarında sır olma ve ölümsüzlük motifi görülür. Bilindiği gibi erenlerin, örneğin Munzur Baba’nın ve Düzgün Baba’nın sırra ayak basıp, ölümsüzlüğe erdiğine inanılır. Alevi/Kızılbaş inancında ve Dersim’de İnsan-ı Kâmil’e ermiş, keramet sahibi iyi kişiler ölmez, o kişiler ancak sırra erebilir, insanlık alemiyle aralarına bir perde çekerek yaşamaya devam ederler. Öte yandan ölümün ise cismen olduğuna, ruhun ölümsüzlüğüne inanılır. Dolayısıyla Dersimlilerin sonsuz yaşam rüştünü yalnız insan-ı kâmil olmakla kazanacaklarına inandığını söyleyebiliriz. Bu düşünceyle beraber, Dersimlilerin simyayı ölümsüzlük arayışından çok, zenginlik çabasıyla kullandıkları anlaşılmaktadır.