Dersim’de, kent merkezinde heykeli dikilen Dersim’in değerlerinden Seyuşen. Halkın bildiği isimle Sewuşen, namı diğer Hüseyin Tatar.
Şewuşen, Seyit Hüseyin ya da kimliğindeki adıyla Hüseyin Tatar, 1930 doğumlu. Mazgirt’e bağlı Beydamı köyünden. Kureyşan Aşireti’nden. İyi bir kerpiç ve duvar ustası. Söylendiğine göre askere gidip geldikten sonra ruh sağlığı bozulmuş. Bir ara Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesinden üç öğretim üyesi Seyuşen’in belgesel filmini çekmeye karar vermişti. İnsanın Deli Dediği adlı proje Egemen Adak ve Kumru Berfin Emre tarafından yürütülüyordu, projenin danışmanı ise Prof. Dr. Bahar Gökler’di. (Projenin şu andaki durumunu bilmiyorum.) Şewuşen’in hastalığının en önemli nedeninin 1938 Dersim İsyanı’nda birçok yakınını kaybetmesi ya da tanık olduğu olaylar olduğu da varsayılabilir.
Bir başka anlatı;
Rivayet odur ki, çocukluğunda tanık olduğu Dersim İsyanı ve birçok yakınını kaybetmesi, hastalığının en önemli nedenidir. 20’li yaşlarda adı artık Seyit Hüseyin’in kısaltılmış hali, Seyuşen’dir ve bir divanedir. Pek konuşmaz, ancak sevdikleriyle konuşur. Dilenmez, kimseyi rahatsız etmez, kimseye zarar vermez. Divanedir ama gururludur. Ancak kalbi temiz olanların masasına gider ve onların yemeğini teklifsiz yer, içkilerini doğallıkla içer, yanık sigaralarını ellerinden alır. Ne kimseden para kabul eder, ne sigara paketi, ne de yardım. Belki de bu tavrından dolayı, herkes tarafından sevilir, sayılır, lokantasına gittiği esnaf onu doyurmak için canla başla çalışır, mağazasına gittiği esnaf onu giydirmeyi görevi sayar. Dinsel bir saygıdan olsa gerek, uzun yol şoförleri bile onu yanına alıp neşelenmek ister. Birini sevmezse, ona takma adlar takar. Seyuşen tarafından sevilmek bir övünç vesilesidir.
Adına Belgesel Çekildi
Kentin delilerine verdiği bu önem üzerine Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden üç öğretim üyesi Seyuşen’in belgesel filmini çekmeye karar verdi. “İnsanın Deli Dediği” adlı proje Egemen Adak ve Kumru Berfin Emre tarafından yürütüldü.
Egemen Adak dünyanın her yerinde delilerin toplumdan tecrit edildiğini, ama Seyuşen ve başka delilerin Tunceli’de rahatça gezdiğini anlatıyor. Seyuşen’in şizofren hastası olduğunu hatırlatan Adak bir yandan da kumaşı temiz bir insan olduğunu söylüyor: “Öyle ki, birçok insanın evine zorla götürmek, misafir etmek istemesine karşın o bunu reddedip Tunceli’nin çetin kış koşullarına rağmen sokakta yatmayı seçmiş. Kendisine para verenleri terslemiş, verilen yeni elbiseleri çıkarıp eski, yırtık giysilerine dönmüş.” Öte yandan Seyuşen’in son derece sosyal bir insan olduğunu da öğrenmiş Adak: “Bir süre sonra insanlar mekânıma, soframa bereket getirsin düşüncesiyle işyerlerini, sofralarını hatta evlerini Seyuşen’e açar ama o yine bildiğini yapar.”
Sosyal Deli
Seyuşen’in hisleri de çok kuvvetlidir. Bir sıkıntısı, derdi veya beklentisi olan gelip ona muradının olup olmayacağını sormaya başlar. Verdiği cevapların büyük kısmı gerçekleşir. Bundan sonra onun deli olmadığı ‘Allah’ın budalası’ ermiş bir şahsiyet olduğu düşüncesi yayılır. Kar altında uyuyup donmayan, hiç hastalanmayan para veya herhangi bir dünyevi isteği olmayan, herkesin verdiğini kabul etmeyen bu kişinin ünü gurbetçi Tuncelililer vasıtasıyla Almanya’ya ve çeşitli Avrupa kentlerine kadar uzanır. Seyuşen de Tunceli halkının bu yoğun sevgisi ve ilgisine gülümsemesiyle, sessiz tavırlarıyla ve ıslığıyla karşılık verir. Hastası, derdi sıkıntısı olan kişilerin yanına yanaşıp ‘korkma iyileşir’ ya da ‘bir şey olmaz’ gibi sözlerle teskin eder.
Seyuşen 12 Eylül 1980 darbe sonrası sıkıyönetim günlerinde bir gün çarşıya iner, etrafa bakar, kimseyi göremez. Telaşa kapılarak hızla polis karakoluna koşar. Eline aldığı irili ufaklı taşları karakola fırlatarak, “Ne yaptınız halkıma, 38 mi geldi, halkımı nerede öldürdünüz,” diye bağırır. Orada bulunan polisler bir şey olmadığını sadece sıkıyönetim olduğu için dışarı çıkma yasağı olduğunu, herkesin sağ salim evinde olduğunu söyler. Polislerin sıkıyönetim gerekçelerine inanmayınca, Seyuşen’i polis arabasına atıp kapı kapı dolaştırmak ve halkın yaşadığını böyle göstermek zorunda kalırlar.
Ölümünü Bildi
‘Ben kolay kolay ölmem beni bir deli öldürecek’ diyen Seyuşen’in bu hissi de doğru çıkar ve 1994 yılı sonbaharında sokakta uyurken Tunceli’ye öğretmenlik için gelen yine şizofren hastası bir öğretmen tarafından başına taşla vurularak öldürülür. Böyle iyi yürekli bir akıl hastasının öldürülmesi Tunceli halkı tarafından büyük tepkiyle karşılanır. Cenazesine on binlerce insan katılır. Dönemin belediye başkanı Mazlum Arslan ve milletvekili Kamer Genç’in katkılarıyla Seyuşen’in heykeli yapılarak yine Tunceli valisi ve resmi devlet erkânının katıldığı resmi bir törenle açılışı yapılır.
Hüseyin Aygün ise bir yazısında Sewuşen’i,
“Hayatı romancı Muzaffer Oruçoğlu’na “Filozof”u, Nurettin Aslan’a da “Dersim’in delileri”ni yazdıracaktı.
Türküler söylenecekti adına, Ferhat Tunç bir türküsünü ona yakacaktı:
“ah bıra bıra, bıraê Dêrsım, adı divana kaldı, adı Sey Uşên…”
Dersimliler ona “deli” (Zazaca: bom) denilmesine hep karşı çıktılar.
O “ermiş”ti, “keramet sahibi”ydi.” şeklinde andı.