Dünya ve ülke genelinde çeşitli nedenlerden ötürü politik atmosferin gerilediği dönemlere tanıklık ediyoruz. Böyle zamanlarda politik bilinci dinç tutup, esen rüzgârı karşısına almayı tercih edenler (az da olsa) olduğu gibi, rüzgârın estiği yöne doğru savrulmayı da tercih etmek isteyenlerin olması da karşılaşılan bir durumdur. Bu kesimler, böyle zamanlarda gökten düşen taşın bile vebalini devrimcilere yıkmak için hazırda bekler bir vaziyette oldukları görünen bir gerçektir. Her ne kadar politik özneler güncel gelişmelere uygun politik bir pratik göstermede başarılı olamıyor, üzerine bastığı toprakların gerçekliğine uygun hareket kabiliyeti yaratamıyorsa da yaşanılan tüm olumsuz gelişmelerin sorumlusu bu politik öznelermiş gibi göstermeye çalışmak büyük bir talihsizliktir.
Dünya genelinde yaşanılan ekonomik krize, ABD’nin dünyayı eskisi gibi yönlendiremediği gerçeği de eşlik etmektedir. Orta Doğu ve çeşitli bölgelerde ABD’nin dünya jandarmalığını engelleyebilen yeni bir askeri güç olan Rusya, ABD’nin bölge hesaplarını zora sokmuştur. ABD için asıl tehlike ise Çin devletinin çok yakın bir zamanda ekonomik olarak dünya devi olma yolunda hızlıca ilerlemesidir.
Emperyalist ülkelerin vekâlet savaşı yürüttüğü, bir nevi dünya savaşlarını andıran mücadelelerle beraber burjuva demokrasilerinde sıkça bahsedilen ”insan hakları’ ‘demokrasi” gibi kavramların yeri geldiğinde nasıl bir köşeye itildiğini açık bir şekilde görmekteyiz. (Mülteci karşıtlıkları, emeklilik yaşının yükseltilmesi, olağanüstü hal durumları vs.) Batılı ülkeler başta olmak üzere dünya halklarının da kısmen yaşanılan ”insan hakları”gelişmişliğini bir nevi Sovyetler birliği ve Mao dönemi Çin devleti başta olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde kapitalizme alternatif mücadele girişimlerine borçlu olduğu bir gerçektir. Mevcut koşullarda böyle bir alternatifin olmaması, kapitalist sistemin emekçi sınıflar üzerindeki pervasız saldırılarında elini güçlendirmektedir.
Baskı koşullarının bu şekilde geliştiği ve gelişmişliğiyle çoğu yerde dünya halklarına referans verilen Avrupa ülkelerinin durumu ortadayken ve oradaki emekçi sınıfı her geçen gün kazanılmış haklarını tek tek kaybederken, Türkiye gibi ülkelerde emekçi sınıflar ve ezilen halklar için daha zorlu yaşam koşullarının dayatılacağı büyük bir gerçektir. Bu iklimi göğüsleyebilecek bir politik öznenin yokluğunu da hep beraber hissetmekteyiz. Özellikle bu dönemlerde bireysel çıkarların toplumsal çıkarların önüne koyulduğu siyasi -liberal söylemlerin yoğunca bir şekilde hissedilmesi olağandır. Egemen ideolojinin varlığını bütün ilişkilerimizde hissettirdiği bir ortamda bırakın sol değerlerden uzaklaşmayı, o değerlere daha çok sarılmanın elzem bir görev olduğu gerçeğini çevremizdeki ilişkilere bakarak hissedebiliriz.
Bu gelişmelerden mütevellit, egemen ideolojinin yaşatmaya çalıştığı politik tahribattan en çok etkilenen, bunu hisseden bölgelerden biri de Dersim olmuştur.
Dersim, bulunduğu konum ve demografik yapısı itibariyle ulus-devlet oluşumunda cumhuriyet tarihinde hep önemli ve dikkat çeken bir yerde durmuştur. İstediği politikaları uygulamada tam anlamıyla başarılı olamayan egemenler Dersim’de farklı metotlarla başarılı olabileceğini sanmıştır. Bazı durumlarda da etkili olmuştur.
Başarılı olamamasının bölgedeki demokratik-devrimci kurumların, siyasi hareketlerin vs. payı oldukça yüksektir. Politik hattın güçlenmesiyle beraber Dersim halkı tarihinin gerçekleriyle yüzleşmeye başlamıştır. Böyle bir iklimde cesur aydınların, yazarların da ön plana çıkmasıyla Dersim’de resmi tarihe karşı oluşturulan tarih okumaları, değerlendirmeler; anadiliyle yapılan çalışmalar, edebiyat eserleri vs. etkili olmuştur.
Dersim coğrafyası şimdi yeniden politik anlamda zapturapt altına alınmaya çalışılmaktadır. Siyasi partiler, kitle örgütleri, sendikalar vs. etkisizleştirilmiş; olağanüstü yetkilerle donatılmış valiler eliyle halkın talepleri baskı yoluyla kesilmeye çalışılmaktadır. İstedikleri zaman bölgenin seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyım ataması gerçekleştirebiliyorlar. Bölgede politik faaliyetler içerisinde olmak bir yana; herhangi bir demokratik kitle örgütünün taraftarı olmak, yayınını takip etmek fişlenme nedeni olabilmektedir. İşte böyle tarihsel anlarda kimin ne sorumluluklar alacağı, kimin nasıl konumlanacağı kritik bir sorudur. İddialı söylemlerin yerini siyasi pratiklerin dolduracağı zamanlar bu zamanlardır. Güçsüzleşen politik atmosferi fırsat bilip politik kurumları ve üyelerini itibarsızlaştırmaya çalışmak da bu dönemlerde etkisini gösterebilmektedir.
Bu minvalde Yeni Dersim sitesinde Caner Aktan’ın “Seyit Rıza algısı nasıl değişti?” adlı yazısı ve aynı sitede denk geldiğim Tunceli Cem Evi Başkanı Ali Ekber Yurt’un, “Dersim’de asimilasyon cemaatlerle değil, sol marjinal yapılarla yapılıyor” başlıklı haber bunlara verilecek örnekler sadece birkaçıdır.
Yine aynı haber sitesinde ve Dersim’de yayın yapan bazı sitelerde çıkan çeşitli haberlerde Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Müdürlüğü ve kaymakamlıklar eliyle sözde sosyal destek projeleriyle AKP’de siyaset yapan ve seçim zamanları belediye başkan adaylığına başvuran kişiler şirinleştirilmeye çalışılıyor. Devlet imkânları kullanılarak AKP’ye üyelik çalışması adı altında yapılan bu projeler, sanki yoksulluğun sebebi kendileri değilmiş gibi Dersim halkını kendilerine biat eden, insanlık onurunu zedeleyen bir hâle büründürüyor.
Dersim halkının tarikat örgütlenmesine karşı ses çıkarması üzerine yaşanan gelişmeleri “suni gündem geliştiriliyor” deyip, bunu da “marjinal sol” örgütlerin yaptığını ifade eden Ali Ekber Yurt, dönemin AKP’li başbakanı Ahmet Davutoğlu’na, bazı Dersimlileri şikayet ettiği ve yeğenine iş talebinde bulunduğu bir mektubun ortaya çıkmasıyla gündeme gelmişti.
Bu doğrultuda Cem Evi başkanının asimilasyonun kaynağı olarak el ele, kol kola olduğu devlet temsilcilerini değil de “marjinal sol örgütleri” görmesi vahim bir durum olsa da kendi cephesinden tutarlı bir davranıştır.
İktidar, hegemonyasını kurarken her daim “sopa” siyasetiyle hareket etmemektedir. Bu mücadelede adının önünde falanca Cem Evi’nin başkanı sıfatı yazan kişilerle belirli çıkar ilişkileri kurarak halkın kafasının karışmasını da amaçlamaktadır.
Caner Aktan ise, kısa yazısında yüzlerini Rusya ve Çin’e dönen, politikleşen bir kısım devrimciden dolayı Dersim halkının Seyid Rıza’dan “utanır” bir hâle geldiğini söylemektedir. Aktan, bu kısa yazısında algıyı değiştirmek için uğraşan isimler de veriyor. Yazıda ismi geçenler arasında da kendi deyimiyle “Çin’den etkilenen” bir yazarın (Mehmet Çetin) olması dikkat çekiyor.
Egemenlerin ağzından düşürmediği “dış güçler” söylemiyle Caner Aktan’ın “Rusya’dan, Çin’den etkilenenler” olarak tariflemeye çalıştığı şey aslında aynı anlamı taşıyor. “Çin’den etkilenen” diye bahsedilen siyasi geleneğin Dersim’de önemli bir kesim için hangi anlamlar taşıdığı da ortadadır. Üstelik Çin’den Rusya’dan etkilenme diye küçümsenen şey bir dünya görüşüdür. Bilimsel bir temele dayandırılmaktadır. Bunun ülke topraklarına uyarlanmasının yöntemleri tabii ki eleştirilebilinir. Buradaki kasıt, bu fikri olgunlaştıran ve başarıya ulaştıran teorisyenlerin o bölgeli olması ve orada toplumsal değişimi başarabilmesidir. Ve sanırım asıl talihsizlikleri yazara göre Dersimli olmamalarıdır.
Mevcut Dersim belediye başkanının da o gelenekten geldiği ve bunu her fırsatta dile getirdiği gerçeğiyle beraber; o geleneğin Seyid Rıza’ya tarihsel anlamda, Dersim Katliamında yaşanılanlardan ötürü öneminden bahsettiği gerçeği nasıl inkâr edilebilir?
Kuş uçmaz kervan geçmez zamanlarda Dersim halkının yaşadığı acılarla yüzleşmesinde bu politik öznelerin hiç katkısı yok mudur?
Sınıfsız bir dünya görüşünün savunulmasının güç olduğu bir dönemden geçtiğimiz doğrudur. Herkesin kendisini yalnız hissettiği, yaşamına değer katmayı büyük bir zahmet olarak değerlendirdiği bir ortamda politik bir özne hâline dönüşmek insani bir zorunluluktur. “Eleştiri geliştirir” düşüncesinin suistimal edilmesiyle, dedikodu hattının meşrulaştırılmaya çalışıldığı ve kurumların itibarının düşürülmeye çalışıldığı böyle etkili bir dönemde bunlardan etkilenmemek güç olsa da bunun nedenlerine kafa yorulmasıyla bu havanın dağılabileceğine inancımızı yitirmemeliyiz.
Baştan sona sisteme alternatif bir kimliğe bürünme; kurulan ilişkilerin bu minvalde değerlendirilebileceği bir devrimcilik halk bazında karşılığını bulacaktır. Yaratabileceğimiz kimliği somutlama problemi en büyük sorunlarımızdan biridir. Birbirimizden aldığımız güçle bunu başarabilecek güç, her şeye rağmen bölgenin politik öznelerinde mevcuttur.