Deprem oldu, tarikat şeyhi titredi korkudan; “dur dur, dur ya deprem!” dedi, deprem durdu, zaten en çok 15-45 saniye sürüyor deprem… Tarikat şeyhi sakalını sıvazladı, Arapça bir şeyler geveledi, “çok şükür başardık” dedi. Müridlerin ağzı açıkta kaldı; “şeyhimiz depremi durdurdu!” dediler. Tarikat müridi, eğitilmiş cehalet ürünüdür, aklını almış tapınmayı vermişler, ne sunsalar yutar. Yuttu!
Her yıl kuraklık faciasıyla boğuşur insanlık. Ne çevre kaldı, ne sağlık. Sıkıştıkları yaşam alanları yok olan diğer tuhaf tuhaf yaratıklar, mini minnacık canlılar aramıza yayılır. Ne onlar bizi tanır ne biz onları; ne onların cankoruları bizimkileri tanır, ne de bizim cankorular onlarınkini. Birbirimizi yer öldürürüz-birlikte ölürüz; hayat parça parça ölür! Ne ilaç firmaları çare olur ne ilaçlar, ne onların cankoruları korur onları ne de bizim antikorlar…
Kapitalizm yeryüzünü cehenneme çevirdi, cehennem ateşi her yıl birkaç derece artar. Ormanlar sökülür, yanar, tarlalar meralar hovarda burjuvaların tepinme alanı olur, vadiler dereler nehirler yağmalanır yıkılır tutulur. Nehirlere denizlere kapitalizmin azgın tüketim artıkları ve zehirler akıtılır… Her tarafımızı pislik ve kirli hava sarar, nefes alamayız, boğuluruz, kanser oluruz, astım oluruz, hayatın tadı kaçar.
Yağmur yağmaz, kar da yağmaz, dolu da… Yağınca da fena yağar, yüz milyonlarca yıllık hayat birikimini (toprağı) süpürür denizlere derin sulara verir.
Yağmurun yağacağı gün “yağmur duasına” gönderilir cehaletin eğitilmiş ordusu. “Tarlada çamur, teknede hamur/ver Allahım ver sicim gibi yağmur…” Yağmaya başlar, zaten yağacaktı yağmur. Diyanetin “prof” bröveli emiri sırmalı cübbesi ile minbere (söylev kürsüsü) çıkar hutbesini (söylev) kulakları patlatan ses tonu ile patlatır! “Çok şükür Allah duamızı kabul etti!”
1600 küsur yıl önceki dinin ilkelerine göre yalan “günah”tı, aynı yıl sonra yalan yağmur yağdıran sebab olmuştu.
Aynı dinin 1600 küsur yıl önceki kuralları gereği israf, hırsızlık, yolsuzluk, kul hakkını gasp etmek “günah”tı, “haram”dı, aynı yıl sonra dinin “bekâsı” (kalıcısı) oldu.
Kadıköy’de, Ümraniye’de, Üsküdar’da yaşayan milyonlarca İstanbullu insanın soluk aldığı Çamlıca Tepesi’nin çamlığı sökülür, tepesine Fatih’ten ve diğer sultanlardan daha büyük olduğunu göstermek için diktatörün güç “alameti” (işareti) olarak 65 bin kişilik, 57 bin 500 metrekarelik, 6 yılda tamamlanabilen yüzlerce milyon dolarlık “İstanbul Cami ve Eğitim Kültür Hizmet Birimleri Yaptırma ve Yaşatma Derneği”nin devasa “Büyük Çamlıca Camisi” kondurulur. Oysa İstanbul’da günlük doluluk oranı yüzde 3 olan 3 binden fazla cami var ve daha fazla cami için ulusal servet harcamak “israf” ve “haram”dı, 80 küsur milyon yurttaşın parası ve güzelim çamlı tepesi diktatörün gösteriş ihtiyacı için israf edilmişti.
Kadir Topbaş yönetimindeki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “Turizmde sahabe kardeşliği hamlesi” kapsamında 2017 yılında 148 milyona ihale edilen ve İBB’nin 24 milyon 796 bin TL ödenek ayırdığı Adıyaman’daki 6 bin kişilik “Safvan Bin Muattal Cami ve Külliyesi” konduruldu. İBB yönetimi değişti, Topbaş gitti, israf kaynağı kesildi, 10 bakanlığın bütçesine sahip Diyanet İşleri Başkanlığı “hayır” işlemeye yanaşmadı ve proje İLBANK’a kaldı. Yoksulu ve işsizi bol, altyapısı berbat, yol, su ve elektriksiz köyleri olan yüzbinlerce Adıyamanlı için ayrılan kıt kaynak camiye aktarılacak! Yaşayanların intihar ettiği ülkenin parasını ölüler dünyası için harcamanın adı “sevab” oldu!
AKP’nin yönettiği bütün belediyeler borç altında, yağma “belediye hizmeti” sayılıyor. Trabzon Belediyesi de öyle. Borcunu ödeyemeyen AKP’li belediyeler, borcuna karşılık camileri Maliye’ye veriyor! Maliye camiyi ne yapsın? Yağmacıların borcunu 80 milyon yurttaşın sırtına yükleyecek, üstelik camilerin giderleri dahil!
Türkiye’de 110 bin cami, on binlerce mescid var. Üniversite kampüslerine bile cami yapıyorlar! Dünyanın en çok camiye sahip Müslüman ülkesi Türkiye imiş! Ülkenin gözbebeği bilim yuvası Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) bile her biri birkaç bin kapasiteli 3 cami e 17 mescid varmış! Yetmedi başka ülkelerde de “sevab” olsun diye her biri birkaç yüz bin dolarlık cami yapıp hediye ediyorlar.
Camiler dinci asalaklığın beslenme alanlarıdır. Devletin her yıl arttırarak kamu kaynaklarından ayırdığı devasa bütçenin dışında cami müştemilatındaki ticari işletme ve mekanlardan da gelir sağlıyor. Bu gelirleri korumakta öyle acımasızdırlar ki pandemi döneminde bile kiracılarının boğazına sarılmayı “günah” saymıyorlar. Örneğin Bingöl il merkezinde Diyanet Vakfı’na ait camide ortağıyla beraber oyun salonu işleten Müjdat Çakmak, pandemi nedeniyle kirasını ödeyememe sıkıntısını CİMER’e anlatınca Diyanet Vakfı’nın Bingöl temsilcisinin kendisini arayarak “Vebal alıyorsunuz. İnsanların ateist olmasına vesile oluyorsunuz” diye tersledi! Ulucami pasajı, Hacı Hıdır Camiisi pasajında ödeme sıkıntısı çeken esnaflardan pandemi nedeniyle 3 ay kira alınmaması kararı varken, onlar alacağından vazgeçmedi, 6 aylık taksitlere bölerek alma yoluna gittiler.
Şanlıurfa’da bazı din görevlileri 3 bin 5 bin dolara Peygamberin soyundan geldiğine ilişkin sahte “Seyit”lik şeceresi düzenliyorlar. Mısır’dan bu belgeyi alanların faturası ise daha kabarık: 50 bin dolar!
Kamuda istihdam edilen din görevlisi sayısı 2002 yılına göre 2020 yılında yüzde 71 artarken aynı dönemde öğretmen sayısında yaşanan artış sadece yüzde 69. “Din Subaylığı” adı altında TSK’da yaratılan istihdam, 1100 İmam Hatip ve İlahiyat fakültelerindeki kadro bu saya dahil değil.
Ya ülkedeki yoksullara karşı işledikleri “günah”?!
Yüzde 43’ü açlık sınırında yaşayan bir ülkede “din” kisvesi taşıyan tepedeki adam ülkenin on milyarlarca parasını “itibarda tasarruf olmaz” safsatası ile saraylara, lüks ulaşım araçlarına, uçaklara ve saray giderlerine harcıyor. Ülkenin servetlerini hortumlattığı “beşli çetesi” 47 milyon dolarlık Jet uçakları ısmarlıyor!
Sonunda bu “örgütlü kötülük” şebekesi Dersim’e de bulaşmaya başladı. Dersimliler, kentlerine bir Üniversite kuruldu diye çok sevindiler, çocukları gerici ortamlarda eğitim görmek zorunda olmayacaklardı, özgürce bilim yapacak, dünyaya örnek olacaklardı! Üniversitenin gericiliği kente taşıyan bir kuruma dönüştürüleceğini düşünmediler. Bir kente ait üniversite, o kentin ihtiyaçlarını ve özelliklerini önceleyen bir bilim yuvası olması gerekmez mi? Öyle olmadı! Kuruluş aşamasında yer alan ve büyük katkı sağlayan Dersimli akademisyenler daha ilk günden dışlandı, onların yerine üniversite kadrosu FETÖ mensubu çeteye teslim edildi. Onların bazıları gitti, yerini başka cemaatler doldurdu. Hepsi kente yabancı hortlak gibiler! Dersim insanı bu ölüler dünyasının hortlaklarından endişeli.
Yağmur duasının yağmacıları bu kente yakışmaz, insanın tepesini attırmayın artık!