Tamer Güler Güngör
”Tunceli halkına söz veriyoruz. PKK baskısı İle dikilen Seyyid Rıza heykelini yıkıp Tunceli’nin kahraman evladı Diyap Ağa’nın Atatürk İle bu fotoğrafının heykelini Tunceli’nin en güzel yerine dikeceğiz.”
Bu satırları son günlerde mülteci karşıtı söylemleriyle bilinen Zafer Partisi genel başkanı Ümit Özdağ sosyal medya hesabından paylaştı. Daha önce de Dersim’deki Seyit Rıza heykeli üzerinden ”asacağız”, ”keseceğiz” gibi söylemleri Zafer Partisi tandanslı Vatan Partisi genel başkanı Doğu Perinçek de sık sık kullanmıştı.
Doğu Perinçek’in Vatan Partisi, 15 Kasım 1937’de idam edilen Seyit Rıza’nın, 2010 yılında dikilen heykeli başta olmak üzere, kent sınırları içinde bulunan tüm cadde, sokak, meydan ve diğer tabelalardan isim ve sembollerinin kaldırılması için Tunceli Valiliği ve belediyeye başvuruda bulunmuştu.
AKP’nin en baskıcı uygulamalarına “AKP vatan savunması yapıyor” diyen, devletin Kürt illerinde uyguladığı şiddet eylemlerini “Cizre’de yaşananlar beni mutlu ediyor” diye savunan Doğu Perinçek’in, egemenlerin baskılarını daha arttırmasını istemesi de yeni değil.
Faşist 1980 cuntasından önce de “Sıkıyönetim bir araçtır. Sopa, tüfek ve otobüste bir araçtır. Nasıl insan, soyut olarak sopaya, tüfeğe ve otobüse karşı çıkmazsa, sıkıyönetimi de kendisine kumanda eden siyasete ve yaptıklarına bakarak değerlendirmek gerekir” diyerek, 12 Eylül darbecilerinin elini çabuk tutmalarını söyleyip derhal harekete geçilmesini isteyen de Doğu Perinçek’tir.
“Maceracılıkla mücadele bugün kontrgerilla ile mücadelenin bir parçasıdır” deyip devrimcilerin adreslerini kendi gazetesinde yayımlamaktan çekinmeyen de Doğu Perinçek oluyor. Hatta dönemin emniyet müdürü Hanife Avcı,”Haliç’te yaşayan Simonlar” kitabında devrimciler hakkında istihbarat almak için Aydınlık gazetesine baktıklarını itiraf ediyor. Aynı Perinçek, Emrah Cilasun’un ”Kırmızı Gül Buz İçinde” adlı belgesel çalışmasında Dersim siyasi tarihinde önemli bir yerde duran İbrahim Kaypakkaya’nın da içinde olduğu devrimciler için “onlar Türkiye siyasetine bir mikrop bulaştırdılar” diyebiliyor.
Emrah Cilasun’un bir Youtube programında Doğu Perinçek için yaptığı “Bir Devlet Amigosunun Evrimi” tanımlamasına uygun olarak kendini sürekli güncelleyen Perinçek’in son günlerde yerini başka bir “devlet amigosu” olan Ümit Özdağ almış bulunmakta.
Mülteci karşıtlığı üzerinden verdiği demeçlerle gündeme gelen ve devletin mülteci politikasında yaptığı hataları, ırkçı uygulamalarla sonlandıracağını açıklayan Ümit Özdağ, esas sorunu dile getirmekten kaçınmakla yine çok sevdiği devletin imdadına yetişiyor.
Savaştan kaçarak; düzenli yaşamını, ailesini, topraklarını terk etmek zorunda kalmış ve burada sermayedarlar için ucuz iş gücünden tutalım da devletin Avrupa Birliği’nden pay almak için ‘’Sınıra sürmekle’’ tehdit ettiği (ki bunu gerçekleştirdi) ;gururu, kişiliği, onuru zedelenmiş bir topluluğu her an her saniye tehdit etmekten vazgeçmeyen Ümit Özdağ da Doğu Perinçek gibi hayatını amigoluk yaparak geçirmiştir.
Ümit Özdağ’ın Mülteci karşıtı ırkçı propaganda içeren “Sessiz İstila” isimli kısa film için “Yapım masraflarını ben karşıladım” dediği zamanlardan kısa bir zaman önce İstanbul Bayrampaşa’da yüzü maskeli kişiler Suriyeli gençlerin olduğu evi gece basıp, Nail Alnaif isimli genci uykusunda göğsünden bıçaklayarak katledebiliyor.
Göçmenleri hedef tahtasına oturtan Ümit Özdağ kahraman kılığına bürünerek, kitle psikolojisine oynuyor. Toplumda bir anda tanımadığı yüzbinlerce insanla aynı mahallelerde komşu olmak zorunda kalan, kültürel değişkenlikle tedirgin olan ve bundan kaynaklı göçmen ve sığınmacılara yönelik duyulan korku ve nefreti ırkçı politikalarına kanalize etmeye çalışabiliyor.
“Devlet Amigoluğu”nda aynı cephede duran Ümit Özdağ ve Doğu Perinçek’in ortak noktalarından biri de Dersim’de yapılan Seyit Rıza heykeli oluyor. Dersim halkı adına konuşmaktan çekinmeyerek, Dersim halkına Seyid Rıza’nın heykelinin yıkılacağı müjdesini(!) veren Ümit Özdağ, Dersim’in en güzel yerine de 1937-38’de orada yaşanılanların emrini verenlerin heykelini dikeceğini söylüyor.
Ümit Özdağ Dersim halkına bu müjdeleri(!) verdiği zamanlarda Dersim’de bazı çevreler İbrahim Kaypakkaya’nın itibarına dönük açıklamalar yapabiliyor. Bir zamanlar ÖDP başkanlığı da yapmış, egemenler arası hegemonya mücadelesinde tarafını belli edip “Yetmez ama Evet”çi olmuş ve bu eleştirilince de “Yetmez ama evetçi değilim, sapına kadar Evet’im” açıklamasıyla mevcut baskıcı iktidar politikalarının azgın savunuculuğu yapmış Ufuk Uras’ın, Mahir Çayan ve arkadaşlarının yaptığı Ephraim Elrom’un öldürülmesi olayında “derin izler” aramaya çalışarak devrimci kişilikleri çok rahat bir şekilde “itibarsızlaştırmaya” çalışabiliyor.
Bu girişimler, her şeye rağmen halkın direngen yanını gerileten, umudu yoran, azaltan, tasfiye girişimlerinden başka bir şey değildir.
Dersim halkında karşılığı olan siyasi figürlerin içten ve dıştan bu kadar saldırı altında olduğu bir süreçte Dersim halkı, 37-38’de etrafında birleşmeye çalıştığı Seyit Rıza’nın heykelinin yıkılmasına karşı dirayet gösterebilmesi bölgenin geleceği açısından önem arz ediyor. Meselenin sadece bir heykel meselesi olmadığı; Dersim’in politik duruşunu ve egemenlerin ne yaparlarsa yapsınlar tam anlamıyla ehlileştirmeye çalışamadığı kültürel varlığını koruyabilmesinden kaynaklı olduğu da bir gerçektir.
İstanbul Yenikapı’da gerçekleştirilen “Dersim Günleri”nde yapılan bir afiş hatasında bile kıyameti koparabilen; yerel seçimlerde burjuva siyasetin yöntemleriyle ‘’dost’’ bildiği siyasi kurumlara karşı ‘’kazanmak için her yol mübahtır’’ düşüncesiyle her türlü karalamaların yapıldığı bir yerde elbet bu dirayeti gösterebilmek biraz zordur; ama Dersim halkının o aşamada bu dirayeti gösterebilecek direniş geleneğine sahip olduğu da gerçektir.