“Sabahattin Ali” Romanı Yazarı Abdullah Yılmaz ile Söyleşi

Sabahattin Ali’yi kendi döneminin ötesinde bir “aydın” olduğu için öldürüldüler. Beni, seni, şunu bunu neden öldürmüyorlar. Sabahattin Ali kadar aydın değiliz de onun için. Sabahattin Ali gibi onların tekerine çomar sokarsanız, gününüzü görürsünüz. Aydınlar zamansız öten horozlara benzerler.

Gazete Patika söyleşi köşesinde “Sabahattin Ali” kitabı yazarı Abdullah Yılmaz’a yer verdi. Söyleşiyi gerçekleştiren Devrim Kara, Yazar Abdullah Yılmaz’la Sabahattin Ali cinayetini konu alan son romanı hakkında söyleşi yaptı. Söyleşide aydın kimdir, kime aydın denir,  hayvan hakları, devletin temel niteliği nedir, Sabahattin Ali cinayetini kim ne maksatla örgütledi gibi sorulara yanıt aradı.

Devrim Kara: Öncelikle emeğinizi selamlıyorum. İlk olarak Sabahattin Ali’nin penceresinden baktığınız zaman Türkiye Cumhuriyeti’ni nasıl görüyorsunuz?

Abdullah Yılmaz: Teşekkür ediyorum Devrim. Yayınlanmış on kitabım var ama ben bir yazar mıyım hala bilmiyorum. Elimdeki imkanlar dahilinde özgür ve eşit bir dünya kavgasına omuz vermeye çalışıyorum. Soruna gelirsek: “Cumhuriyet tanımlaması sadece bir etiketten ibarettir” diye bakıyorum ben olaya. Aslında mevcut devlet mekanizması, Bizans-Osmanlı-Arap karışımı uyduruk bir mekanizmadır. Ne bir başına Türk’tür, ne Osmanlı’dır, ne Arap, nede bir başına Bizans. Devlet örgütlenmesi bu dördünün de izlerini taşır. Devlet mekanizmasının ne mal olduğu devletin çizdiği sınırlar içerisinde yaşayan halkların dünyaya, evrene ve kendisine bakışından az çok bellidir aslında. Türkiye’deki insanların bilinci resmi ideolojiden bağımsız değil, aksine bu yama net olarak devletin ürünü.

Devrim Kara: Bu bilgiler ışığında Türkiyeli aydınlar arasında Sabahattin Ali nasıl bir yere sahip?

Abdullah Yılmaz: Türkiye’de “aydın” denildiği zaman çok ilginç görüş ve düşüncelerle karşılaşıyoruz. Burjuvazisinden tutun da, Kemalist faşistlere, hatta en gerici bağnaz tiplere kadar herkes kendini “aydın” sınıfına sokuyor. Bana göre aydın olmanın bir tek ölçeği var. Canlıların yaşam hakkına saygılı bir materyalist olmak. Materyalizm konusunda çok değişik yaklaşımlarla karşılaşıyoruz. Materyalist denildiği zaman akla solcular, sosyalistler, komünistler ve anarşistler geliyor. Kendisini “Materyalist” olarak tanımlayan bir insan hayvan yiyorsa kanımca materyalist olamaz. Materyalist insanın tabağında et bulunmaz. “Et yiyorum ama materyalistim” diyen insan Marksizm’i eksik anlamış insandır. Bu insan tipi Marks’tan sadece; ‘emek’ kavramını alıp ezberlemiş ama bu kavram üzerine pek kafa yormamıştır. İnsan öyle bencil bir varlıktır ki, sermayenin insan emeğini sömürdüğünü görür ama kendisinin doğadaki bütün türleri sömürdüğünü göremez. Henüz kendi yaşamlarında değişim ve dönüşüm yapamayan insanların neresi aydındır anlamış değilim. Doğada acı çeken hayvanlardan elinizi çekin, bakın toplumun zihin yapısı nasıl dönüşmeye başlıyor, burjuvazi nasıl önce ideolojik sonra pratik olarak yavaş yavaş dize geliyor. Burjuvazinin mezbahaneleri, kebap salonları, yunus parkları, hayvanat bahçeleri, et-yumurta-yoğurt-balık tezgahlarıyla kuşatılmışız. Başkasını ezen nasıl özgür olacak? Yobaz insan, salt doğmalarla yaşamına yön veren insan değildir. Solcuların da “yobazı” olur. Ben açıkçası kendisini “aydın” olarak sunanların yobazını, diğer yobazlardan ayırmakta zorlanıyorum. Hatta ayıramıyorum. Hele hele iş hayvan sömürüsüne gelince dinci yobazla, sosyalist yobazı büyüteçle bile ayıramıyorum. Sabahattin Ali konusunun dışına çıktık gibi görünse de ama aslında çıkmadık; çünkü Sabahattin Ali’yi kendi döneminin ötesinde bir “aydın” olduğu için öldürüldüler. Beni, seni, şunu bunu neden öldürmüyorlar. Sabahattin Ali kadar aydın değiliz de onun için. Sabahattin Ali gibi onların tekerine çomar sokarsanız, gününüzü görürsünüz. Aydınlar zamansız öten horozlara benzerler. Sistem için Kürt hareketi, radikal ateistler, cinsel özgürlük isteyenler, radikal komüncüler ve veganlar zamansız öten horozlara benzer. İdeolojik yada pratik olarak mutlaka mahkum edilmeleri susturulmaları gerekir.

Devrim Kara: Aydın’ı kendi bakış açınız üzerinizden tanımladınız. Sizce Sabahattin Ali ne tür bir aydın?

Abdullah Yılmaz: Sabahattin Ali’yi kendi döneminin en aydın insanı olarak görüyorum. Sabahattin Ali sadece burjuva aydınların değil, solcu aydınların da önünden giden birisidir. Mesela Nazım Hikmet’in bile ilerisindedir. Çoğu aydında Kemalist bir damar vardır, Sabahattin Ali’de bunu göremeyiz. Nazım Hikmet o kadar popüler olmasına karşın Kemalizm, isteseydi Nazım’ı mahpus damında yok edebilirdi.

Ama bunu yapmadı. Çünkü Nazım’da kısmen kendisi de mevcuttur. Sistem Sabahattin Ali’de kendinden hiç bir şey bulamaz ve imhasına gider. Sistem için Sabahattin Ali tam bir baş belasıdır. Bizans-Osmanlı yamasının çirkinliğini, çarpık düzeni en iyi anlayan roman “Kuyucaklı Yusuf” eseridir. Ardından diğer eserleri takip eder. Özellikle “İçimizdeki Şeytan” eserinin kadına bakış açısı komünist ülkelerin bile ilerisindedir.

Devrim Kara: Sabahattin Ali cinayeti hakkında nasıl bilgiler verebilirsiniz?

Abdullah Yılmaz: Sabahattin Ali’nin katledilmesine “bir diyeceğim” yoktur. Çünkü Kemalist düzen diye adlandırılan düzenin yapması gereken, ülkenin en aydın insanını ortadan kaldırmaktı, onu da yaptı. Kitapta Sabahattin Ali’nin izlediği rotayı izleyerek, o dönemin insanlarıyla görüşüp konuşarak, yetmiş beş senedir hakkında yazılıp çizilenleri inceleyerek, yada devletin arşivinden aldığım belgeleri tarayarak bir yalanın üzerini açmaya çalıştım. Eserin okunmasının bu politik imha cinayetinin üzerindeki sis perdesini aralayacağını, katilleri görünür kılacağını, bu eserin bilinçli olarak karartılmış zihinlerde bir şimşek çaktıracağını düşünüyorum. Ben bu cinayet hakkında söyleyeceğim her şeyi henüz söylemedim. Söyleyeceklerimi ilkin yazar kuruluşlarının üyelerine, sonra bu kalıntı devlet yamasına, ardından da halklarımıza söyleyeceğim. Evvela azınlıkların soykırımı konusunda hazırladığım eseri tamamlayıp, sonra Sabahattin Ali ile ilgili görüşlerimi yazacağım.

Devrim Kara: Sol kamuoyunda “Sabahattin Ali’nin katledilmesinde Sırça Köşk eserinin önemli bir rolü vardır” yollu bir anlayış var. Bu sizce doğru mu?

Abdullah Yılmaz: Bu yaklaşım doğru değil. Bu analizi yapanlar Sabahattin Ali’yi ya iyi tanımayanlar yada sistem medyasının yalanı üzerinden düşünce sahibi olanlardır. Sabahattin Ali’nin “Sırça Köşk” kitabı hakkındaki yasak çok sonraları geliyor. Hatta cesedi Üsküp’de Laykonun Bayırı’nın altındaki derede, kızılcık ağacının altında çürümeye başlamadan birkaç ay önce kitap toplatma kararı alıyor “demokrat” İnönü. Bu kararın alındığı toplantıda Sabahattin Ali’nin öldürüldükten sonra cesedine ne yapılacağı da konuşuluyor. Bu tartışma özünde “Sabahattin Ali’nin dirisinden kurtulduktan sonra ölüsünden nasıl kurtulacağız” tartışmasıdır. Maalesef korktukları durum aylar sonra başlarına geliyor. Sabahattin Ali’nin dirisinden kurtulan devlet, ölüsünden yani eserleri ve fikirlerinden bir türlü kurtulamıyor. Cinayetten önce bir çuval dolusu kararlar alınmıştır. Başta Mustafa Kemal Atatürk aleyhine bir arkadaş toplantısında okuduğu, onun yazdığı iddia edilen şiir hakkındaki tutuklama kararı. Ardından Nazi Hayranı Nihal Atsız ve çevresindeki faşist güruhun devlet destekli ideolojik saldırıları. Son olarak “Değirmen, Dağlar ve Rüzgâr” adlı kitabı hakkındaki toplatma kararı…

 “Marko Paşa, Merhum Paşa, Malum Paşa, Öküz Paşa, Yedi-Sekiz Paşa ve Ali Baba” dergileri hakkındaki toplatma kararları. Biliyorsunuz Tan Baskını Olayı da var… O olayda da ana hedeflerden biri Sabahattin Ali’dir. Hatta İlhan Selçuk ve Süleyman Demirel el ele verip o baskına gidenlerin arasındadır. Sırça Köşk, Ali’nin katledilmesine giden yolda döşenen son taştır. Hepsinin altında da sinsi faşist, katil İsmet İnönü’nün onayı bulunmaktadır.

Devrim Kara: “Sabahattin Ali’nin önemini, seviyesini, kavgasını hala anlayamadık” dersek doğru olur mu?

Abdullah Yılmaz: Bence sermaye, kendisini “aydın, muhalif, demokrat, komünist” olarak tanımlayan insanlardan çok daha iyi anladı onu. Sabahattin Ali; çağının çok ötesinde derinliği olan bir bilince sahip, çalışkan ve inatçı bir sanatçıdır. Toplumsal özgürlük kavgasına sadece canı ve aklı ile değil malıyla da katılmıştır. Burjuvazi onu bizden iyi çözmüştür. Böyle olmasaydı hem yasaklayıp hem öldürüp hem de en az politik olan eserinden yüzbinlerce satıp kasalarını doldurmazdı. Dikkat edin sistem tarafından öne çıkartılan eseri “Kürk Mantolu Madonna” olmasına rağmen yozlaşmış Osmanlı devletini konu alan “Kuyucaklı Yusuf” romanı hasıraltı ediliyor. Sabahattin Ali’deki aydınlığın parlaklığı Avrupalı aydınların da önündedir.

Özel anlamda insan üzerinden düzene karşı aykırılık yapsa da genel anlamda evreni bir bütün olarak kavrayan bir yazardır. Zaten ondandır ki sağcı aydın süprüntüleri ona ‘hain’ etiketi vurarak devlete ispiyon ediyorlar.

İşin ilginç yanı da nedir Devrim biliyor musun? Türkiye Cumhuriyeti Devletine “diktatörlük” diyen sağcı yazarlar tarafından “diktatörlük” denilen devletin eliyle imha edilmesi. Başta Nihal Atsız, Cemal Kutay, Falih Rıfkı Atay gibi o dönemin azılı faşistleri olmak üzere bir çoğu Menderes iktidarı için şu slogana sarılmışlardır.

“1923-1950 yılları arasındaki diktatörlük yapan ucube düzen yıkılmıştır. Onun yerine 1950 senesinde gerçek Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur!”

Ortada danışıklı bir dövüş vardır. Ali, faşistler tarafından bile beğenilmeyen diktatör devletin önüne atılmıştır. Onlar ve kuyrukçuları şimdi de Kemalist, ulusalcı, ülkücü, sosyal demokrat, solcu etiketiyle bu memlekette aydın kisvesiyle dolaşıp durmaktalar.

Devrim Kara: Muzaffer Oruçoğlu biraz da şakayla karışık; “Çağımızın yamuk insanı uzun yazı okumuyor” diyor. Sabahattin Ali,kısa bir röportajla anlatılacak bir insan değil. Bu konuda sizinle yeniden konuşmak isterim. Şimdilik teşekkürler.

Abdullah Yılmaz: Tabi mutlu olurum. Bende teşekkür ederim.