Tutsak Yazar Ozan Veli’nin (Resul Sarıgül) kaldığı hapishanede 3 Temmuz 2022 günü, 20. Munzur Kültür ve Doğa Festivali ile ilki gerçekleşen Munzur Kitap Günleri kapsamında Dersim halkına yazdığı mektup elimize yeni ulaştı. Hem festivalin iptali hem de tutsaklık şartlarından dolayı geç ulaşan mektubu öneminden dolayı şimdi paylaşıyoruz.
“Ma be xeri, Sare Dersimi!
Platon, Sokrates’i konuştururken, “ Gerçekten saf olmayan biri için, saf olan bir şeyi kavramak imkânsızdır.” Dedirtir.
Saf veya saflık denilince, benim aklıma Dersim’in delileri gelir. ‘Delilik’ insanın kendisi olabilme halidir birazda. Kendisine ait olmayan şeylerden arınmak. Bu hiç de kolay bir şey değildir. Çünkü hepimiz gelenek ve tabularla ahlak değerleriyle biçimlenmiş bir toplumun içine doğarız. Tüm alışkanlıklarımızı ve davranış biçimlerimizi belirleyen bu toplumsal kültür, her birimizi erkekleştirir, efendi yapar, bencil kılar. Hırslarımızı, öfkelerimizi, duygularımızı biçimlendirir, belirler, eğitir. ‘Sisteme uyumlu insan’ yapar.
Hiç birimiz bu genel toplumsal yapının dışına çıkamayız. Hiç birimiz doğuştan birlikte getirdiğimiz doğal saflığımızı koruyamayız. İçine doğduğumuz büyük toplumun küçük, özel odacıklarında ham bir demir gibi dövülür, şekil alırız.
Genel toplumsal kültür içinde; her bölgenin, şehrin, her grubun, her grubun, her ailenin, hatta aile içinde her bireyin özgün şekillenişi söz konusudur. Biz dersimlilerin genel geçer kültürel yapısı yanında; onlarca özel yanları bulunur. Yaşadığımız olaylar, tanıklığını ettiğimiz acılar sevinçler farklıdır. Bir noktada birleşen duygularımız da, özelde farklıdır.
En saf olanlarımız, en deli olanlarımızdır.
İlkokul beşinci sınıftaydım. Öğretmenimiz; evde, yolda, ahırda, davarda, düğünde, yazıda yabanda kürtçe konuşulmayacak diye, bir kere daha telkinde bulunuyordu. Okulu bir türlü bitiremeyen koca Hasan, uzun kemikli burnunu parlatıp, kıs kıs gülünce öğretmen duydu. Başını kaldırıp, ne gülüyorsun Hasan, dedi. Hasan bocaladı, ama öğretmen yanıt bekliyordu. Hasan kızarıp bozararak; “Örtmenim, ma bizim inekler Türkçe bilmez ki” dedi. Hepimiz katıla katıla güldük. Bizler zeki öğrenciydik, Hasan ise tembel, ama en akıllı lafı o etmişti. Biz bunun farkında değildik. Haklıydı. İneklere, kuzulara, leçilere her daim Kürtçe ile sesleniyorduk. Onları kendi dilimizle seviyoruz, kızıyoruz. Başka bir dille
seslendiğimizde o inek ne yapar, nasıl tepki verir? Bunu Hasan anlamıştı sadece. İneğine gel-git dediğinde bir şey anlamayacağını Hasan anlamıştı. İneğinde anadili vardı.
Yaşadığımız hayat tamda böyle işte. Çoğu zaman, çoğu yönlerini anlamadığımız halde, anladığımızı zannederek yola devam ederiz. İçinde yaşadığımız toplumu anlamadığımız gibi, küçük gruplarımızı, ailelerimizi de anlayamıyoruz. Yaşamayı, yemekten içmekten ibaret sanıp, devam ediyoruz.
Bizim Thojingh’li delilerden Babalıx; “suyu bulandırma abiciğim, böcekler üzülür.” Derdi. 1938 sonrası sürgüne gönderilmiş, orda okula gitmiş çocuklardan biri olan babalıx, hep Türkçe konuşurdu. Dersimin delileri denince aklıma kazınan bu adam; çocukluğumun da bilgesiydi. Amcamın sağdıcı olduğu için, biz ona babalıx derdik. Evin içinde çabalayan anneme bakıp, gülümser, sonra babama döner; “ Bıra sen bu güzel kadını nerden buldun?” derdi.
Hayatımda duyduğum en saf, en temiz, en içten soruydu bu. İçinde azıcık kötü niyet taşımıyan, onun bu sözlerine babam da annem de kıkır kıkır gülerlerdi. Hüzünlendiği anlarda ise; “Abicim karanlık iyidir, böcekler dinlenir.” Derdi. Yüzüne öyle kederli bir hüzün yayılırdı ki, onun başka şeyler ima ettiğini sezerdim.
Bizim delilerimizin en saf, en temiz halleri, kendi köklerine sımsıkı sarılmalarında saklıdır. Sadece insanına, kurduna, kuşuna değil, börtü böceğine, karıncasına, yılanına sahip çıkarak yola koyulurlar. Bin dokuz yüz otuz yedide operasyona çıkan bir askere denk gelen Ggola Bam, “lolike ma mırczoli ma şıma nevaczeno” “böceğimiz karıncamız sizi istemiyor.” Diye önce hücum eder, sonra ormana kaybolup gider. Kurşunların ona yetişmeyeceğini biliyor olmalı ki, komutan askerlerin ona ateş etmesini engeller.
Uygarlık tarihi dediğimiz şey, kıyımlarla, katliamlarla, yıkımlarla doludur. İnsanlar sadece birbirlerini boğazlamakla kalmadı, nereye ayakbastılarsa orayı işgal ederek yayılmacı politikalar izlediler. Diğer taraftan diğer canlılarada savaş açarak, önemli bir kısmını evcilleştirerek köle haline getirdiler. Kollarını kanatlarını kırıp, ahırlara, kümeslere tıktılar. Onları öylesine sömürdüler ki, sömürü gerçekleşebilsin diye, onlara Kürtçeyi ve Türkçeyi bile öğrettiler. Sonra da karşısına geçip akıllarıyla övündüler.
Dersimliler, doğaya, doğanın her canlısına tutkun kendi delilerinin o saf, kristalize berraklığını iyi irdelemeliler. Evet, dünya her zamankinden daha kötü bir süreçten geçiyor. On saniyede bir çocuk açlıktan veya yetersiz beslenmeden ölürken, devasa servetler, elli şirketin elinde birikiyor. Otuz büyük şirketin servet, dünya nüfusunun yarısını oluşturan insanların varlığına eşitken, ne Türkiye’de ne de dünyanın başka yerinde, adil eşit bir sofra kurulamaz. Ne de Dersim bu genel durumun dışına çıkabilir. Bu koşullarda adaleti, eşitliği vaat etmek palavradır.
Gerçek durum böyle diye, hayatı oluruna bırakacak değiliz. İşte delilik ve saflık, tam da bu gerçeğin bilindiği yerde ortaya çıkabilir. Karanlığın hayatı demlediğini bilirdi bizim deli babalıx. Kasvetli bir iç çekişti belki; ama içinde dehşet deniz bir coşku, bir güzellik, bir iyimserlik taşıyordu.
Sevgili Arkadaşlar,
Bilmek zorundayız, bilmiyorsak öğrenmek zorundayız. Ejderhalarla, gargamellerle çevrilmiş bir arenada, şirineler, şirinler olmak zorundayız. Hayat uzağımızda olan bir şey değil, içinden geçtiğimiz atmosferin tümüdür. Her insan öncelikle kendi özüne dönebilirse, kendi özellikleri ile var olabilirse, evrensel olan insanlığın bir parçası haline gelebilir. Kendi delilerimizden yaşlı ve bilgelerimizden, ağacımızdan, böceğimizden başlayarak, içinde yaşadığımız küresel dünyaya doğru yol alabiliriz.
Hayat ne kadar acımasız, koşullar ne kadar zor olursa olsun her daim yapabileceğimiz çok fazla şey olmalıdır. Tabiatın dengesi varlar ve yoklar, olanaklar ve olanaksızlıklar üzerine kuruludur. Her birinizin hayat tecrübesinde saklı çözüm yöntemleri mevcuttur. Yeter ki akıntıya teslim olmayalım.
Bilmek kendimizi sınamakla başlar. Bu aynı zamanda bize ait gözlemlerin deneysel olarak doğrulanması veya yansıması süreçlerini içerir. Babillilerin ve Mısırlıların ölçümleri ile Yunanlıların mantığı birleşince, düşüncenin bilimsel temelleri atılmış oldu. O günden bu güne düşünen insanın küresel çaptaki tüm gelişmişlik seviyesine rağmen, insanlığın topyekûn karanlığa gömülmesini daha yakın bir zamana çekmiştir.
Bizim yaşlılarımız, bizim kürtlüğümüzü “kırmanciya beleğe” –benekli kürtlük- diye tanımlarlar. Çünkü içimize o kadar çok değişik soydan insan karışmış ki, katıksız bir kürtlükten bahsedemeyiz. Yaşlılar bunu bir durum tespiti olarak yaparlar. Diğer canlılarda da mele ırklar her daim en dayanıklı, en güçlü, en kolay uyum sağlayan türler olmuştur. Dersim kültürü çok seslilik, çok çeşitlilik üzerine kurulmuştur. Her Dersimli, Dersimli olduğu kadar da İzmirlidir, Artvinlidir, Anteplidir, Parislidir.
Ayrıcalıklarımızı ve güzelliklerimizi koruyarak geliştirerek, dünya insanı olabilmek için, kendimize olan özgüveni ve saygıyı yitirmememiz gerekiyor. Kültürümüzün ilerici yanlarını alıp, gelenekçi, ataerkil yanlarını koparıp atmalıyız. Kendimiz olabilmemiz, geri yanlarımızı kabullenmemizi ve ona karşı mücadele etmemizi gerektirir.
Bilmek; iyi ve güzel olanı bilmek üzerine kurulu değildir. Kötü olanın varlığını bilmektir asıl mesele. Bilgi bizden önce veya bizim çağda açığa çıkmış, bilinir hale gelmiş olanı ezberlemek değildir sadece. Mantık bilgisine erişemiyorsak ezberin bize bir yararı olmaz. Çene yarıştırmaktan öteye geçemeyiz.
Kendimiz tanımıyorsak hiçbir şeyi tam olarak bilmiyoruz demektir. Sanırım bu mektubun okunacağı alan bir kitap fuarı. Şunu sorayım; Bu güne kadar Dersim’in anlatıcılarının tanık olup yazıya döktükleri kitaplardan kaçını okuyabildiniz? Birinci dereceden tanıkların anlattıkları olayların ne kadarı üzerine kafa yorabildiniz? O anlatılardan Dersim’in kadınlarına biçilen yerin neresi olduğu üzerine ne kadar
düşünebildiniz?
Genç kuşaklar kitaplardan giderek uzaklaşıyor. İnternet çağında kapitalist akbabalar o kadar yoğun çalışıyorlar ki, insanların kendilerine ait özel bir zaman dahi kalmaması için, ellerinden geleni yapıyorlar. Ve bu konuda da oldukça başarılılar. Sadece olanaklarımızı değil, hayatımızı da elimizden çekip alıyorlar. Var olan koşulların dışına çıkamayız belki, ama onları çok daha bilinçli bir biçimde kullanabilir, değiştirebiliriz.
Bilgi tüm insanlık tarihi boyunca en önemli hazine olageldi. Bilgi demek keşif demekti, alet demekti, yeniden üretim, zenginliğe giden yol demekti. Ve her daim bilgiyi, bilimi egemen sınıf güçleriydi ellerinde tutanlar. Toplumun büyük çoğunluğunun adı “kara cahil” di. Antik çağda da, orta çağda da, günümüzde de böyle oldu. Bilgi, bilim, sanat kültür; hemen her şey aristokratların kontrolündeydi. Onlar, okuryazarlığı dahi olmayan cahil insanları yönetmenin daha kolay olduğunu biliyorlardı.
Çağımızda bilgiye, bilime ulaşmak çok daha kolay; ama bu kez de her yeri, her şeyi çöplüğe çevirdiler. Bu çöplüğün içinden ihtiyaç duyarak bilgiye erişmeyi istemek ve o bilgiyi arayıp bulmak, hiç de kolay olmamaktadır. Yine de her türden zorbalık, haksızlık, her türden zulüm, gerekli karşılığı eninde sonunda bulacaktır. İnsanlar yaşayarak öğrenmeye devam edecektir; ama elzem olan bir başkasının yaşadıklarından da öğrenmektir. Zorbalık kapımızın eşiğine varmadan, onun gelişini ön görebilmektir. Zulüm ve zorbalık sadece eli sopalı bir hoyratlık, haydutluk değildir. İnsanı insan olmasından kaynaklı, doğal ve güzel özelliklerinden alıkoymak ve ehlileştirmek de barbarlıktır. Gençleri uyuşturucuya ve alkole, her türden kötü bağımlılığa alıştıran; onları düşünemez, konuşamaz, hareket edemez hale getiren güncel uygulamalar, bu barbarlığın en modern tezahürüdür. Gençler enerjisini öğrenmeye, üretime, spora ve sanata çeviremediği her durumda domuzların kurduğu tuzağa düşmeye hazır hale geleceklerdir.
Bizim deli Babalıx derdi ki; “Kimseye kötü deme abicim, iyi çıkar mahcup olursun.” Haklı. Kötülük insanın özünde olan bir şey değildir. İnsanı kötü yapan içinde bulunduğu koşullardır. Bunu Dersimlilerin çok daha iyi biliyor olması gerekir. Sırf Dersimli olduğumuz için uğradığımız haksızlıkları anlattığımızda, yakınımızdaki insanlar bile anlamakta zorluk çekiyorlar. Çünkü çoğu zaman insanlar, kendileri haksızlığa uğramadan, gerçek durumu kavrayamıyorlar.
Öte yandan bu bize mağduriyeti sömürme duyguları aşılamamalıdır. Haksızlığa uğradığımız durumda bile, başkalarına haksızlık ettik mi acaba diye düşünmememiz gerekir. Ermenilerin acılarından bahsederken, biz kürtler ne yaptık diye düşünmemiz gerekir. “ Biz geldiğimizde Ermenilerin kapısında yarıcıydık, sonra onlar bizim kapımızda yarıcı oldular.” Derdi bizim büyüklerimiz. Bu değişimin dostane ilişkiler içinde olması mümkün mü? Diye sormayan bir Dersimli; gerçek anlamda adil bir insan olabilir mi?
Demem o ki; iyilik ile kötülük siyam ikizi gibidirler. Birbirine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Atom altı parçacıkları nötron ve proton gibi maddenin kütlesini beraber oluşturuyorlar. Bizi biz yapan iyi ve kötü yanların toplamıdır. Bilgelik ile cahilliğin, akıl ile deliliğin bileşimidir. Korkak ve zayıf yanlarımızı ne kadar iyi öğrenir ve kavrayabilirsek o denli sağlam ve güçlü bir yapı ediniriz.
Sevgili kardeşlerim, bıra wone, wayene,
Bu zor zamanlarda, dayanışma, paylaşma, yardımlaşma alışkanlıklarımızı geliştirmeliyiz. Kültürümüzü, dilimizi, doğal zenginliklerimizi korumada daha atılgan davranmalıyız.
Karanlıkta böcekler dinlenir, doğa dinlenir, toparlanır, sabaha daha dingin, daha canlı çıkmak için hazırlanır ve bilir ki şafağı sökmeyen hiçbir karanlık olmayacaktır bu kürede. Umut boş bir hayal değildir. Gerçekleşmesi zorda olsa, olasılıklardan birine hiç değilse sıkıca tutunmaktır. “ Deyaxe xu vindme ge” derler bizim yaşlılar. Bu dayanma isteği ve gücü demektir. Umut biz Dersimliler için, daha somut olan bir şeydir. Bize bağlı, bize ait iradi gücümüze içkin bir şeydir. “ Dayanma gücünü kaybetme,” derler o yüzden.
“Oxte koroniyede miya xu çip gerede” derler. Kör karanlık zamanlarda, salgında yoğun yağışlarda ve felaketlerde bel kuşağını sağlam bağla demeye gelir. Hem zorluklara hazır ol, hem de mideni belini sıkı tut, demeye gelir.
Kadınlar, ille de kadınlar, onlar hayatın iyiye doğru evrilmesini, değişmesini sağlayan asıl dinamiklerdir. Kadınlar mücadele etmeden ne erkekler değişir, ne sosyal hayat, nede siyaset değişir. Efendiler köleler için, patronlar işçiler için, erkekler kadınlar için, kendi statülerinden vazgeçerler mi? Asla! Köleler, işçiler ve kadınlar kendileri için mücadele etmeden; tırnak kadar bir hak dahi elde edemezler.
Dersim’de kadınların rolüne ve yerine dair iyi şeyler söylenir, ama bu daha geri toplumlara göre böyledir ve görecelidir. Kendi özgünlüğü içinde ataerkil kurallar, yerleşik ahlak anlayışları ve davranış biçimleri egemendir. Ataerkil bir toplumsal yapıda tersi olması da olanaklı değildir. O nedenle kadınların ipi gevşetmeden mücadeleye devam etmeleri, biz erkeklerin özgürlüğü içinde zorunludur. Çocukları daha doğru eğitmek, cinsiyetçilikten arındırmak da daha çok farkındalığı yaratabilen kadınların becerileri sayesinde mümkün olabilir. Cadıysanız, asiyseniz, arsızsanız, doğru yoldasınız demektir, devam edin...
Doğayı ve coğrafyayı insanlar açısından anlamlı kılan asıl ögeler den biride; o coğrafyanın anılarımızı, acılarımızı, sevinçlerimizi, duygularımızı toprağında, taşında, suyunda, ağacında taşıyor ve yaşatıyor olmasıdır. O nedenle Dersim denilince, dostlarda, düşmanlarda yaptığı çağrışımın anlam ve önemini asla unutmamalıyız.
Direncin, umudun, dostluğun, dayanışmanın yurduna, kurduna, kuşuna, böceğine, suyuna, ağacına, dağlarına ve uçurumlarına, kekliğine, karacasına, delisine ve ille de insanına bizden selam olsun!
En içten duygularımla, saygı ve sevgilerimle.“
Resul Sarıgül (Ozan Veli)
3 temmuz 2022